Hani AK Parti'yi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı mezhepçilikle, ayrımcılıkla veya diktatörlükle suçluyorlar ya...
Bilin ki, söylediklerinin, iddia ettiklerinin tam tersi geçerlidir. Din, mezhep ve ırk üzerinden saldırıya geçenler bizzat kendileridir.
Sosyal medyada bir arkadaş isabetle şöyle yazmıştı evvelki gün. “Şunu açıkça ifade etmek bana kaldı tabii ki... Türkiye'de ve çevresinde anti-sünnici yoğun ve egemen bir katman oluşsun istiyorlar... (Baranrks)
Bunu yapmak isteyenler, Şii veya Nusayri oldukları veya dini/mezhebi bir saikla yapmıyorlar bunu.
İran dahi öyle...
Onlar için, mezhepsel gerilimler, ırki asabiye, toplumları bölmek, devletleri içinden çökertmek için en ucuz ve en verimli fay hatlarıdır.
Esed, 2010'a kadar ülkesinde reformları gerçekleştirip, Nusayri, Hıristiyan, Sünni, Kürt, Arap ve Türkmenler arasında uzlaşmaya dayalı demokratik bir sürece geçseydi, bugün Irak Kürdistanı ile birlikte bölgede yeni bir paradigma açılmış olacaktı.
Yeni Türkiye ne Esed'in Nusayri, ne de Barzani'nin Kürt olduğuna bakmadan, tarihsel bellek ve konjonktürel fırsatlar üzerinden kazan-kazan oyununu kurmak istemişti çünkü.
Aynı yaklaşım Ermenistan'la girişilen protokollerde de geçerliydi, İran'ın nükleer görüşmelerinde arabuluculuk yapılırken de, Rusya ile ilişkiler tarihte görülmemiş şekilde geliştirilirken de. Onların da Şia veya Hıristiyan, Slav olmasına bakılmadı tabii ki...
Bu süreçte, bölgenin zorluğu, Suriye içsavaşının başlayışı ve içinden çıkılamaz hale gelişi ile birlikte, Türkiye'nin hatalarından bahsedilebilir mutlaka.
Ama asla Türkiye mezhepçilik veya ırkçılıkla suçlanamaz.
Bilakis, bu vizyon sekter zihniyetten sıyrılmadan söz konusu olamazdı.
Türkiye, AK Parti ile üzerindeki 1. Dünya Savaşı'ndan kalma ölü toprağını silkelemek istedi.
Hafızası, toplumsal kesimleri ve komşuları ile atılan, yıkılan köprüleri onarmak, yaralı bilinçleri iyileştirmek istedi.
Ha, bunun imkansız olduğunu, ya da Türkiye'nin boyundan büyük işlere kalkıştığını iddia edebilirsiniz.
Ama Türkiye'ye, Sayın Cumhurbaşkanı veya Başbakan'a tam da misyonlarının en can alıcı noktası olan yerden saldırıp, onları mezhepçilik veya ırkçılık yapmakla suçlayamazsınız.
Kaldı ki, 1. Dünya Savaşı paradigması artık yıkılırken, Türkiye'nin bu hamleyi denemesi kaçınılmaz ve tarihi bir sorumluluktu. Türkiye yok sayamayacağı bir kavşağa gelmişti.
Genç sayılabilecek yoğun nufusunu beslemek, gençlere daha geniş imkanlar sağlamak için büyümek, ülkeyi iyi yönetmek, kangren olmuş yıllanmış sorunlarını çözmek zorundaydı, tıpkı Çözüm Süreci'ni denemek zorunda olduğu gibi.
Sorun, tüm bunları yapamamış değil, önemli ölçüde yapmış olmasında zaten.
Çözüm Süreci çok hayati ve başarılı bir projeydi. Hayatiyeti, Türkiye'yi sıkıştırmak istedikleri mezhepsel veya toplumsal fay hatlarını tamir edecek, sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun kaderini değiştirme potansiyeli taşımasındaydı.
İşte, doğrudan mezhepçi, ırkçı bir gözüdönmüşlükle, bu tarihi projeyi, PKK ve HDP'ye çökertmek istediler. Hadisenin diğer ayaklarını da DAEŞ ve DHKP-C üstlenmekte.
Tabii, bunlar birer piyon.
Üst aklı yok sayan, küçümseyen, yaşananları olağan iç çekişmeler, kutuplaşmanın sonuçları olarak temize çekmek isteyenlerin ağzına terlikle vurasım var.
Ahmet Hakan'ın dövülmesinden, Ankara katliamına kadar, irili ufaklı tüm iklimlendirmeler, tek veya ittifak halindeki komuta merkezinden yönetiliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve AK Parti mezhepçi bir cendereye sıkıştırılmak isteniyor. Öyle ki, madun ve dilsiz kalsınlar.
Nedeni Türkiye'nin ayağa kalkıyor olması. Bunu gerçekleşiyor olmasının üç faktörü, mezhepçilik ve ırkçılıkla parçalanmak isteniyor.
Bu üç faktör, dini anlamlarından bağımsız olarak, sosyolojik/politik bir düzlemde okunmalı.
Liderlik, parti, Türk ve Kürtlerden oluşan Sünni dindar taban.
Bu bir politik fenomen. Yüzyıllık bir bir hikayenin ürünü. Bu üç faktörün yan yana gelmesi ve ezberleri bozacak şekilde vizyoner davranması, karşısına çıkan engelleri bir bir aşması, biz ihyacı olmasak da, Osmanlı'nın geri dönüşü olarak yorumlandı.
Bu projenin başarılı olması, modernite ve kolonyalizm sonrası, dünyada ilk kez yeni bir model olma iddiası taşıyordu. Doğu'nun Fransız Devrimi gibi domino etkisi yaratacaktı.
Bir İranlı, Alman veya Rus olsam ben de tedirgin olurdum doğrusu. Ama değilim, dolayısıyla bu durumdan gurur duyuyorum. Ne de olsa, “Son Osmanlılar” denen bir cemaate aidim ve benim halkım en rahat zamanlarını Osmanlı'nın güçlü döneminde yaşamıştır. Lakin, daha önemlisi, tüm halkların mutluluğu buna bağlıdır.
İşte bu iki büyük devrimci bloku, Türkleri ve Kürtleri ayırma işini bizzat PKK ve HDP'ye ihale ettiler.
Bu oyunu güçlü liderlik ve hükümet kadar, yine bu halklar bozacaktır.
Türküyle, Kürdüyle, Lazı, Çerkesi, Zazası, Alevisi, Ermenisi, Azerisi, Arabı, AK Partili, CHP'li, MHP'li ve HDP'lisiyle...
Emin olun bozacaktır.