Dünya kabuk değiştirir ve yeni yüzyılın rol dağılımını Suriye gibi geçen yüzyılın kurallarının konduğu yerlerde tayin etmeye çalışırken, (çünkü katil mutlaka cinayet yerine döner) Türkiye'nin etkilenmemesi beklenemezdi.
Unutmayalım ki, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında tayin edilen yenidünya düzeni, Osmanlı'nın yıkılışı üzerinden yükseliyordu. Batı aşağı yukarı üç yüz yıl Osmanlı'yı yıkmak üzere uğraşmıştı ve başarılı olmuştu.
Osmanlı'nın yıkılışının, modern ordu ve devletin kuruluşu sürecinin şahikası olan 1789'da Fransız İhtilali'nde ilan edildiğini söyleyebiliriz. Çünkü ulus devletler, tespit edilmiş sınırlar ve modern ordunun gelişini göremedik veya bize özgü dengeleyici bir model üretemedik.
Gerisi sürecin teferruatlarıdır.
Kürt, Ermeni, dindar, Alevi vd, nice sorunlarımız varsa, bunlar çöküşün yan parametreleridir. Bugün de çöktüğümüz yerden bunları çözerek kalkmaya çalışıyor olmamızdan daha doğal/mecburi bir durum yoktur.
Süreçte böl/yönet sayesinde dünyalarımız uzaklaşmış olsa da, hepimiz aynı kaybedenler kulübünün azalarıydık. Şimdi de basiret gösterirsek, aynı kulübün kazanan aile fertleri olacağız.
Türk-Kürt barışının bu kadar sert biçimde hedef alınması bu nedenledir. PKK/HDP tabii ki ürünü oldukları kimyanın yanında yer alacaklardı. Çünkü onlar seküler aygıtın sonuçlarıdır. Kimyaları gereği milli ve yerli değillerdir.
Organizma neşet ettiği kaynakla tenakuza düşmez.
Ama Kürtler öyle değildir. Onlar yerli ve millidir. Türkler, Araplar, Ermeniler, Aleviler, Çerkesler vd. de öyle…
Üstyapılarla halkı birbirinden ayırmak bu kavganın en kritik noktasıdır. Birbirimize sahip çıkacak, aynı tuzağa bir daha düşmeyeceğiz.
Bu tarihsel kapandan çıkmanın yolu, öncelikle kapanın içinde debelenmeyi bırakıp, ona karşı yabancılaşmak ve onu fark edebilmektir. Ki, bunu Yeni Türkiye unsurları ve halkımız ciddi oranda yapabilmiştir.
AK Parti bu yabancılaşmayı başarabildiği ölçüde mesafe aldı. Tabii Sayın Erdoğan'ın ve tabanın üçlü sacayağını oluşturduğunu görmek gerekir.
Lider, kurum, taban… Olmazsa olmazdır.
Geri dönemeyecek kadar mesafe aldık ve artık bu işin başarılmasından başka bir şans yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi, bu işin şakası yoktur. Yani öyle 3 Kasım 2002 öncesindeki Türkiye'ye hiçbir şey olmamış gibi dönemeyiz.
Biz geri dönemeyiz ama Türkiye'nin bu süreci tamamlaması için yapılacak şeyleri pekala engelleyebilirler.
Neler mi onlar?
Birkaç şey var, ama en önemlisi…
Türkiye yönetim sistemindeki mayınları ayıklamadan, bu süreç Sayın Erdoğan ve AK Parti'nin ömrü kadar sürer. O da her darbe tevessülünden sonra fırsat kollayarak ilk fırsatta saldırıya yeniden geçmeleri kaydıyla.
Bu çilekeş, sağduyulu milleti daha fazla yormamalıyız.
Türkiye Ekim 2007 referandumunda muazzam bir iş başarmış ve cumhurbaşkanlığını vesayetin elinden alıp halka zimmetlemiştir.
Bu süreç tamamlanmalı, ya başkanlık, ya yarı başkanlık, olmuyorsa partili cumhurbaşkanlığı ile son kale de halkın uhdesine geçmeli, bu kâbus bitmelidir.
Yasama, yürütme ve yargı halka zimmetlenmeli, etkin, vesayete kapalı, kontrol mekanizmaları kurulmuş, bize özgü bir yönetim sistemini kurarak bu deli gömleğinden kurtulmalıyız. Bu sistem çift başlılık ve hantallığı ile, yerel demokrasiye karşı direnciyle, ülkenin bağrında pimi çekilmiş bir bombaya benziyor.
Sayın Erdoğan üzerine yoğunlaştırarak onu boğmakta ısrarlı olanlar, aslında bunun ne kadar kritik bir hamle olduğunu çok iyi biliyorlar.
“Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı, halka değil, Türkiye'yi kontrol etmek isteyen ittifaka verilmiş bir parolaydı. Tercümesi “Türkiye'nin ayağa kalkışına engel olacağız” idi.
Bu bir AK Parti, Erdoğan, Davutoğlu meselesi değildir. Bunu vatandaşlarımız anlamıştır, tereddütleri olanlar da anlayacaktır.
Mesele, çocuklarımızın toprak bütünlüğü, toplumsal barışı ve refahı sağlanmış bir ülkede yaşayıp yaşamayacağıdır.
Ortalığı vaveylaya vererek engellenmek istenen budur.