Batı uygarlığı ve onun bir alt kümesi olan ülkemizde, bilimden hukuka, sanattan akademiye, insan hakları kurumlarından sivil topluma kadar, modern özlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını, alarm halinde ise, kendisine atfettiği demokrasi iddiasını araçsallaştırarak yabancı cisme karşı saldırıya geçtiklerini dün ifade etmiştik.
Bugün Türkiye'de bu duruma canlı şekilde şahitlik ediyoruz. “Yabancı cisim” Müslüman demokratlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti…
Sorun sadece iktidar paylaşımı olsaydı, bunun halli daha kolay olabilirdi. Ama çelişki daha derinlerde. Bakın, düne kadar asit kuyuları, köy boşaltmalar, yakmalar ve Kürt inkârından mesul elit iktidar ile PKK/HDP yan yana gelmiş durumda. Bu bizlere konjonktürel bir ittifak gibi geliyor, ama değil.
Çünkü onlar aynı değerlerin ürettiği, kimyası aynı kaynaktan neşet eden jakoben/pozitivist yelpazedeki yapılar. Bizler ise ne kadar melezleşmiş olsak da, Allah ve vicdan merkezli dünyaya inanıyoruz. En azından iddiamız, kendimizi tanımlamamız bu şekilde.
Oysa Batı, dinlerin işini 19. yüzyılın 3. çeyreğinde gördüğünü düşünüyordu. Aslında Batı Hıristiyanlığı için bu doğrudur. Ancak İslam, bugün Batı uygarlığı karşısında, alternatif değerler sistemi olarak seküler/modern dünya yapısına tehdit olarak algılanıyor.
Ama hangi İslam?
Batı dünyası (aslında tüm ideolojiler) ikili zıtlıklar prensibine göre çalışır. Diyalektik de bunu gerektirir. Batı rasyonalizmi ve hümanizmi, dini, dindarları ve külliyen Allah merkezli dünya tasavvurunu kötü, irrasyonel, barbar olarak mahkûm etti ve içinden söküp attı. Ama kendisini de o kurucu ötekiye göre konumladı. Bu dün Kilise'ydi. Bugün İslam. Tabii onların tanımına göre bir İslam.
Dolayısıyla, DAEŞ'in ortaya çıkışı, aslında ikili zıtlıkları tahkim etmek ve Türkiye'nin kafa karıştıran değerler önerisini etkisizleştirmek için çok manidar bir zamanda gerçekleşti. Yani İslam öyle bir halde temsil edilmeli ki, varlığı ile Batı uygarlığının alternatifsizliğinin altını çizmeli. Bu ise ancak El Kaide, Taliban veya DAEŞ örneği ile mümkün.
Tabii bir ihtimal daha var; ılımlı, ehlileştirilmiş, anlamının içi boşaltılmış, kültürel bir İslam (kabuk) yaratmak. Kim bilir, belki AK Parti'nin ilk zamanlarında gelen desteğin bir nedeni de böyle bir örnek olabileceğine dair ümit idi. Türkiye ve Mısır gibi önemli ülkeler için bu model çok daha işlevseldi. Çünkü Türkiye Avrupa'nın sınırı, Mısır ise Arap dünyasının amiral ülkesidir.
Paralel yapı da İslam'ı içeriden dönüştürmek için planlanmış olabilir. Yüzlerce ülkede bürokrat ve elit yetiştirmek için kurulan okullar 19. yüzyılda Osmanlı'da yaşanana çok benziyor. 19. yüzyıldan itibaren Türkiye modernleşmesi bu kolejlerde yetişen insan/elit gücü üzerinden ilerledi. Geçmişe dönebilseydiler, o kolejlere duvar çekmek yerine Müslümanları da almak isteyeceklerdi. Çünkü Türkiye'deki İslamcı/halkçı akım, çevrede tutulduğu için de daha az hasar aldı, daha az devşirildi ve iç enerjisini muhafaza edebildi.
Bu manada ortaya koyduğumuz model, ikili zıtlıkların dışında, sağlam ahlaki değerleri yeniden gündeme getiren, dünyaya, ötekine açık ve bu arada ayakta kalma başarısını gösteren haliyle istenmeyen alternatif durumdadır.
Tamam, muarızı iyi tanımak şart. Ama biz ne yapacağız? Bugün yaşanan zorluğun nedeni sadece verilen kavganın sertliği mi?
Değil tabii… AK Parti hükümetlerinin yaptığı reformların yarattığı olumlu değişim ile kendi kaçınılmaz iç çelişkimizi yaşıyoruz. Tabii nesiller de değişiyor ve model temsil mesuliyetini liderin sırtına yükleyip yeteri kadar derinleştiremediğimiz için gençlere Batı kültürü karşısında güncel, çekici bir alternatif sunamıyoruz. Dün çeperde tutulur, eziyet görürken diri olan değerlerin, bugün iktidarda olmanın rahatlığı ile konformizme teslim olma riski var. Bu dönemin en önemli eksikliği, kendi ideolojik derinliğini yaratmaya fırsat bulamamış olmasıdır.
Bugünün Mehmet Akifleri, Cemil Meriçleri, Necip Fazıl Kısakürekleri neredeler? Burada bir sorun var.
Biz Yeni Türkiye'yi niye istiyoruz mesela? Sadece çakarlı Audi A8'lere kavuşabilmek için mi? Zenginlik bir günah veya sapma değil. İyi yaşamaya herkesin hakkı var. Ancak davanın bunların gerisinde kalması, konformizme teslim olmak, liderin verdiği kavganın tarihsel bağlamını, bugünkü hayati önemini ıskalamak, halkın hemen hissedeceği bir şeydir.
Gereğinin yapılması konusunda da karşılaştığımız iki örnek oluyor genellikle. İslamcı romantizme/retoriğe savrulmak veya davayı bir yük olarak görüp muarızla uzlaşma yolları aramak.