“İşte o zaman biz arada kaldık. Açık olarak 'savaş planımız var, tüm hazırlıklarımızı yapmışız; biz savaşı sürdürmek istiyoruz' diyemedik. Esas olarak bunda hata ettik. (…) Yani sürecin geliştirilmesinde çok istekli olmadığımızı uygun bir dille yansıttık. Aslında savaşmak istiyorduk. Ama gerçekleştirdiğimiz savaş planını iptal etmek zorunda kaldık. Karlar eridikten sonra o cephanemizi ve ağır silahlarımızı gidip o alanlardan tekrar geri çektik. (…) Eğer Önderliğin sözünü ettiğimiz çabaları olmasaydı, zaten 2012 yılı sonrası Türkiye büyük bir çatışma sürecine girecek ve son iki yıldaki seçimler süreci söz konusu olmayacaktı.”
Dünkü yazıda Murat Karayılan'ın 7 Haziran seçimlerinden sonra yaptığı açıklamadan bu bölümü hatırlatmak istemiştim.
Dün mevzuyu başka açıdan ele almıştım ama, bu Karayılan'ın açıklamaları adeta bir cevher. Pek çok yönden üzerinde durmayı hak ediyor.
Öncellikle, Karayılan, tüm Çözüm Süreci boyunca PKK'nın tüm çıkışlarının taktik manevradan öteye geçmediğini itiraf etmiş oluyor.
Yani, PKK'nın ve HDP'nin hükümet üzerinde kurmak istediği “Adım atmıyorsunuz” baskısının bir yalana dayandığını, hiçbir zaman çekilmek gibi bir fikirde olmadıklarını, süreci çökertmek ve zaman kazanmak için ipe un serdiklerini, fırsat kolladıklarını ispat etmiş oluyor.
PKK ve HDP'nin o sayısız “Çözüm Süreci'nde hükümet üzerine düşeni yapmıyor” çıkışları koca bir yalandan ibaret. Yalan, çünkü bazıları bunu hükümet ile örgüt arasındaki sürece dair yorum ve beklenti farklılığına dayandırıyordu.
Zaten, kaçak Savcı Zekeriya Öz'ün o skandal tweet'i, gayrimilli İttifak'ın gönlünün aslında nerede olduğunu açık etmemiş miydi? Öz, “PKK müdahil olsaydı hükümet şu an olmayacaktı” demişti.
Karayılan'ın sözlerinden, PKK'nın 2013 itibarıyle yaklaşan üç seçim öncesi dönemi,
Türkiye ile savaşmak ve fiili bir kopuş yaratmak için bir
büyük fırsat gördüğü anlaşılıyor. Zekeriya Öz de aynı fikirde. Gezi günlerinde eski merkez/ulusolcu medyanın kalemşorları ve jiletçi elit aydınların Kürtlerin sokağa çıkmamasına ne kadar sinirlendiğini, çağrılar yaptıklarını, hakaret ettiklerini hatırlarsınız.
Ülkenin Batı'sı ve Doğu'su aynı anda karıştırılabilseydi, PKK, paralel örgüt ve elitler bir taşla üç kuş vurmuş
olacak, Erdoğan'ı devirmekle kendilerine düşen payı alacaklardı.
Senkronize olamadılar.
Gezi, 17/25 Aralık ve 6-8 Ekim farklı tarihlerde gerçekleşti. Böylelikle atlatılabildi.
Gezi'de beyaz Türkleri, 17/25'te paraleli, 6-8 Ekim'de PKK/HDP'yi harekete geçirdiler.
Zekeriya Öz'ün hayıflandığı gibi, bunların üçü de aynı anda tezgâhlanmalıydı. Allah ayaklarına doladı. Çağdaş bir Babil Kulesi felaketi yaşadılar ve “timing”leri tutmadı.
Bunun üzerine Demirtaş'ı güçlendirerek, HDP'deki barış yanlılarını susturdular. Barajın aritmetik etkisini kullanarak HDP üzerinden Meclis'i siyasi belirsizliğe sokacaklar, eşzamanlı olarak PKK da bölgede fiili Kobani durumları yaratacaktı.
Aynen de yaptılar. Cizre bunun bir denemesiydi. 6-8 Ekim'de 50 Kürt vatandaşı öldürmelerine rağmen cezasız kalmışlar lakin kitle desteği alamamışlardı. Ama artık tek parti hükümeti yokken, Sayın Erdoğan ağır bir saldırı ile muhasara altına alınmışken, bu sefer başarılı olabileceklerini düşündüler.
Şu an, Çözüm Süreci üzerinden Sayın Erdoğan ve hükümete yüklenmelerinin nedeni barışı umursadıklarından değil, PKK'nın başarısız, darbenin sonuç vermemiş olmasından.
PKK'ya soluk aldırmak için etkisizleştirdikleri Öcalan'ı devreye almak istiyorlar.
Mümkünse 1 Kasım seçimlerini yaptırmamak, değilse seçimlerde yine bir koalisyon/bunalım durumu yaratmak için ellerinden geleni yapacaklar.
Biz de bu tablodan anlıyoruz ki, Çözüm Süreci değil PKK'yı güçlendirmek, onu en güçlü durumunda hareketsiz bırakmış, Beyaz Türkler ve paralel örgüt ile senkronize olmalarını, yani bir darbe ve içsavaşı engellemiş. Bununla da kalmamış, bu süreçte güvenlik güçleri, yargı, istihbarat paralelden epeyce temizlenmiş, kendini toparlamış.
Öyle ki, PKK tarihinde olmadığı kadar ağır bir yenilgi yaşamakta.
Çözüm Süreci'ni sonuna kadar savunan, çökmemesi için uğraşan, anaların ağlamaması için
baldıran zehiri
Sayın Erdoğan ve hükümetimiz olmuştur. 11 Temmuz'da süreci bitiren, 22 temmuzda yataklarında iki polisimizi infaz eden ve savaşı başlatan PKK, onları kışkırtan/koruyan da paralel ve beyaz Türk elitleridir.
Tüm bunlar olurken yaşanan şehitler bizleri kahretmektedir. Ancak, bu sorun sanki AK Parti'nin yarattığı bir meseleymiş, bu örgüt zaten 50 bin insanın ölümünden mesul, tüm istihbarat örgütleriyle düşüp kalkan bir yapı değilmiş gibi “analiz” yapmak kötü niyetliliktir.
Belki PKK, eğer Çözüm Süreci ve Sayın Erdoğan'ın stratejik dehası olmasa, bundan iki, üç sene önce Karayılan'ın hayal ettiği içsavaşı başlatacak, hep birlikte ülkeyi Suriye'ye çevireceklerdi.
Ama Erdoğan topunu birden susuz götürüp susuz getirdi.
Hasılı Cumhurbaşkanı'nı değil mahkemeye vermek, Nobel'e aday göstermek gerekir.