The Guardian, seçimlerden hemen önce, 31 Mayıs sayısında Erdoğan'a dönük sert bir başyazı yayımlamıştı. Erdoğan'ın kişisel hırslarına yenik düşmüş ve otoriterliğe kaymış bir risk unsuru olarak resmedildiği başyazı, onun daha fazla güç kazanmaması gerektiğini şehvetle vaaz ediyordu.
Bu söylem bizlere yabancı değildi. Çünkü Erdoğan ve Davutoğlu karşısında hizalanan yerli beş benzemezlerin (sanki kulaklarına bir yerden üflenmiş gibi) ana argümanı da buydu. Seçimden dokuz ay önce 52 kişinin ölümüne neden olmuş çağrıyı yapan Demirtaş ve HDP, Çözüm Süreci'ni etkisizleştirdikleri ve “Seni başkan yaptırmayacağız” dedikleri oranda demokrasi şampiyonu olmakta, suç delilleri medya tarafından itinayla silinmekteydi.
Guardian, Erdoğan'ın başkanlık sistemi de dahil birtakım reformlar için anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa sahip olmak istediğini hatırlatırken, bu değişikliklerin aslında kötü olmadığını, anayasanın şu halinin zaten “mükemmellikten uzak” olduğunu söylüyor ama ekliyordu: “Ancak bu değişiklikler Erdoğan'ın kişiliği söz konusu olduğunda sorunlu olarak görülmeli.”
Kulağınızda yine “Seni başkan yaptırmayacağız” sözleri çınladı değil mi?
Guardian, Ortadoğu'nun durumu göz önüne alındığında Türkiye'nin hala “kaya” olduğunu, birkaç on yılda dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alabileceğini ifade ederken, sanki bu başarı AK Parti'nin eseri değilmiş gibi, sorunun Erdoğan olduğunu sert sıfatlarla sürekli tekrarlıyordu.
Yani Türkiye'deki siyasi denklemden Erdoğan ve AK Parti'yi çektiğinizde her şey güllük gülistanlık olacaktı.
Düzenlenen kampanyanın Erdoğan veya AK Parti'nin 13 yıllık yönetim tecrübesindeki hataların eleştirilme arzusu olmadığını apaçık görüyoruz. Söz konusu eleştiri değil; bir egemenlik kavgasında ele ne geçerse rakibinin üzerine atma gayretkeşliğidir.
Yeni anayasa iyi, başkanlık da iyi, ama onu Erdoğan/AK Parti yapmak isterse, bu kötü. Baskıyı DAİŞ, PKK/HDP, paralel örgüt ve laikçileri bir sopa gibi kullanarak sürekli arttırıyorlardı.
Sorun gerçekten Erdoğan'ın şahsı mı peki? Yoksa 13 yılda yapılmış olan hatalar mı?
Keşke öyle olsaydı, Erdoğan'ı verir vaat edilmiş huzur diyarına ulaşırdık.
Ama asıl mesele daha karmaşık maalesef; Erdoğan ve AK Parti'nin milli iradeyi teslim etmemesi.
Guardian, Erdoğan'ın ülkenin daha yoksul, bir şekilde daha az Batılılaşmış ve daha dindar kesimleri arasında güç kazandığını; ancak daha genç, çevre, cinsel tolerans, etnik ve dini çoğulculuk ve aktivizm konusunda endişeleri olan daha modern kesimlerini kazanamadığını ifade ederken aslında hem Erdoğan'ın savunduğu halk iradesininin tarifini yapıyor, hem de o iradeye hakaret ediyordu.
Yani muhafazakarların bu ülkeyi yönetmesine izin verilemezdi. Seçme ve seçilme haklarına tahammül edilemezdi.
Erdoğan veya bir başkası bu ülkede Sisi rolüne soyunsa ve ortalık kan revan olsa, Mısır'dan biliyoruz ki, kimse ağzına diktatör sözcüğünü bile almazdı. Ama Erdoğan'ın temsil ettiği halk iradesine dönük meşru müdafaa hamleleri onu Hitler yapmaya yetiyordu.
Bizlerden de bu çarpıklığı görmememizi, ona itiraz etmememizi bekliyorlardı.
2013'ün başından beri, Türkiye'de muhafazakarların üzerinde büyük bir baskı kurulmuş durumda.
Dış basın ve içerideki uzantılarıyla, AK Parti dışındaki siyasi aktörleri de arkalarına alarak büyük bir “ver kurtul” baskısı yaratıldı.
Laik/muhafazakar zıtlığına bu kadar abanılmasının nedeni ideolojik değil, Türkiye'nin bu çerçeve üzerinden vesayete alınmış olması. Olmazdı ama, ülkeyi laikler millileştirmeye/bağımsızlaştırmaya çalışsaydı, hedef onlar olacaktı. Sorun milli iradenin güçleniyor, ülkenin de bağımsızlaşıyor olması.
Şimdi bizlerin, bir yandan toplumsal barışı korur, gerilmiş sosyolojiyi rahatlatırken, bir yandan da terbiye edilme, ehlileşme, dişlerimizin sökülmesine direnmeyi ve millileşme iddiamızı korumayı becermemiz gerekiyor. Muhafazakarları, Kürtleri ve laikçileri aynı milli projede buluşturmayı başarmak gerekiyor.
Yani görevimiz tehlike... Görevimiz deveyi iğne deliğinden geçirmek...
Dar kapıdan geçmekte hayır vardır, çünkü enli kapı cazip ama tuzaklıdır.
Bunu başarabiliriz diye düşünüyorum. Yapamazsak, bu tarihsel momentumu kaçırmış ve bu göreve hazır/layık olmadığımızı göstermiş olacağız.