Türkiye'nin en önemli siyasi sorununun muhalefet “yokluğu”, kalitesizliği ve gayrıyerliliği olduğu genel kabul gören bir tesbit. AK Parti'den bazı beklentiler veya şikayetler olsa da, asıl sorunu muhalefet partilerinin seçmenleri yaşamakta. Gerektiği gibi temsil edilmiyorlar. Halkla organik ilişkileri ya yok, ya da negatif ilişki içindeler. Türkiye'yi olduğundan daha kötü göstermeyi, seçmenlerine mutsuzluk ve ümitsizlik zerketmeyi muhalefet yapmak zannediyorlar veya işin kolayına kaçıyorlar.
Peki, CHP ve MHP'deki bu sorun neden kaynaklanıyor? CHP'li ve MHP'li liderler, siyasiler yetenek ve akıl yoksunu mu?
Estağfirullah, böyle bir şey iddia etmek terbiyesizlik olur, haddimize düşmez.
Sorun daha yapısal ve tarihsel.
CHP ve MHP'li siyasilerle Meclis'te karşılaşıyorum, bazıları ile konuştuğumuz da oluyor. Basından açıklamalarını takip ediyorum. Sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Meselenin ideolojik farklılık olduğu söylenebilirdi, eğer bir ideolojileri olsaydı. CHP'nin kaset operasyonu, yani Deniz Baykal'ın Kılıçdaroğlu'na devriltilmesiyle, ulusalcı çizgisinden uzaklaştığını fark ettik. Ulusalcılık da aslında bir ideolojiden çok, bir iktidar kullanma biçimini işaret ediyordu. Fikirsel bir derinlik kazanmamış, birtakım sloganlar ve çoğunluk Mustafa Kemal paravanının ardında verilen görevi ifa etmişlerdi.
Ama en azından, kendi içinde tutarlılıkları ve en nihayetinde, hiç olmazsa milli meselelerde bir hassasiyetleri vardı. Kendisini cumhuriyetin kurucusu olarak görmekle, evet asıl kurucu unsur olan halkı ıskalıyordu ama, ona sahip çıkma refleksini de gösteriyordu.
MHP ise, Osmanlı ümmet anlayışına bir modern alternatif olarak, Türk-İslam sentezine yakın duruyor, dine CHP'den daha az mesafelenerek Türklüğe vurgu yapıyordu. Bu iki partide de, cumhuriyetin kurucu karakterini fark ediyorduk. Cumhuriyetin toplum mühendisliğine göre konumlanan bu iki siyasi damar, kentli ve taşralı toplumu ulusalcılık ve milliyetçilik akslarından kuşatıyor, böylelikle “geri dönüşü” imkansız kılacak ve sapmacı siyasi hareketleri kuşatacak şekilde siyasi ihtiyaçları karşılamakla yükümlü oluyorlardı.
Bürokrasi toplumu dönüştürme görevine soyunmuşken, siyasi partiler de bu mühendisliğe tepki gelecek yeri, sivil/siyasi alanı kontrol etmekle görevli oldular. NATO'ya girişle birlikte, sivil toplum, asker, medya, sendikalar ve odalar da özellikle sol insan gücü üzerinden bugünlerde çökmekte olan formatı yemekteydi. Sol, her ne kadar devrimci, sistem karşıtı görünse de, asıl tehdit olarak dini ve dindarları görüyor, modern projeye inanıyor, jakoben laiklik paydasında askerler ve milliyetçilerle zihni akrabalık içeriyorlardı.
Dolayısıyla, bu ülkede darbelerin muhatabı hep sağcı, İslamcı ve halkçı hükümetler olmuştu.
Bu kapan sistemi AK Parti dönemine kadar sorunsuz çalıştı. Kamusal ve sivil alan, birbirinden çok farklı hatta düşman aktörler tarafından işgal edilmişken, temelde, tüm bu aktörler modern/jakoben laiklik paydasından türetilmişti. Temel amaçları ise, İslamcı halkı ya dönüştürmek, ya da onlardan bir alternatif çıkmasını engellemekti.
2002'den sonra farklı olaylar gelişti. Dünya ve dindarlar değişmiş, özeleştiri yapmış, dünya ile ilişkiye geçmiş, orta sınıflaşmış ve aktörleşmişlerdi.
Siyasi alanda, CHP ve MHP, AK Parti'nin dengesini bozmak için 2011 yılına kadar klasik yöntemleri denemiş, ancak bu başarılı olmayınca, hem argümanların, hem de stratejinin değişmesi gerekmişti. Örneğin, başörtüsü, irtica gibi meseleler artık gündemden düşmüştü. Böylelikle yüksek olasılıkla paralel örgüt aracılığıyla bu iki partiye, ama daha çok CHP'ye müdahale geldi. Baykal bu değişime uygun esnekliğe sahip değildi ve belki fazlaca milli kaçıyordu.
Bir oyun hamuruna benzeyen, oportünizm ve eklektizme son derece müsait Kılıçdaroğlu'nda karar kılındı. Böylelikle, temel amaç aynı kalmakla birlikte, CHP ve MHP kalan son milliliğinden de arındırılacak, paralelin girişimlerine, piyasaya sürdüğü söylem ve argümanları kullanmaya açık hale getirilecekti.
Halktan kopuk, arka arkaya format yemiş yapılardan bahsediyoruz.
Yeni yapı, demokrasi, insan hakları, kadın şiddeti, çevre, diktatörlük karşıtlığı, etnisite koruyuculuğu, eşcinsel hakları gibi argümanları araçsallaştırma yolunu seçmiş durumda. Bunların tehdit altında olduğu ile irtica, bölünme tehlikesi iddiasının arasında temel hedef olarak bir fark yok. Cunta yaratıp, ona darbe yaptırılamadığı noktada PKK silahlı güç olarak müttefik seçilirken, bir Türk/Kürt, Sünni/Alevi, Beyaz Türk/Siyah Türk kavgası da göze alınmış durumda.
Her şey iktidar için. Halktan kopuk elit bir iktidarı bir yüzyıl daha tahkim etmek için türlü numaralar deneniyor. Haliyle ne CHP, ne de MHP normal, hayatın olağan akışına münasip hareket eden siyasi partiler oluyor.
Bu çıplaklığı kendi yarattıkları kutuplaşmanın tozu dumanı ile medyaları makyajlayarak kapatıyor. Ama onları yokoluştan kurtaracak, halka uyumlu şekilde dönüşmelerini sağlayacak olan da, düşman seçtikleri AK Parti olacak. AK Parti ayakta kalarak, bu son hamlelerini de boşa çıkaracak ve onları gerçekle yüzleştirecek.
Halka gitmek zorunda kalacak ve şifa bulacaklar.