Değerli ağabeyim Hrant Dink'in katledilişinin dokuzuncu sene-i devriyesini idrak ettik. O gün hafızamda saniye saniye kayıtlı. Zift gibi kara karelerden oluşan bir karabasan içine aniden yuvarlandık ve orada epey de debelendik.
Suikastı o günün siyasi bağlamından ayrı düşünmek mümkün değil. Bu cinayetin öyle Ruşen Çakır ve Ertuğrul Özkök'ün ısrarla yazdığı gibi “yalnız kurtların işi” olmadığını, 2006 ve 2007 yılında işlenen diğer cinayetlerle ilgisinin bulunduğunu hep düşündüm.
Çünkü hem Rahip Santoro, hem Dink, hem de Malatya misyoner cinayetlerinde tetikçi profili aynıydı. Birileri, tam da Çakır ve Özkök'ün yazdığı gibi bu cinayetlerin kendinden menkul, 18 yaşının altındaki 'loser'lar tarafından işlendiğini düşünmemizi istiyor veya bu davaların sadece bu tetikçi gençlerin etrafında dönmesini arzuluyorlardı.
İkinci tez ise, AK Parti'yi hal etmek ve o yıllarda yüksek olan AB desteğini azaltmak adına Hristiyan vatandaşlara yönelildiğini, amacın AK Parti'yi yalnızlaştırmak, Türkiye'yi de gayrımüslimlerin tavuk gibi boğazlandığı mezhepçi bir ülke olarak gösterilmesi olduğuydu...
Ben bu ikinci teze yakındım. Çünkü tarihte darbeler yapan ve bu amaçla faili meçhuller, katliamlar dahil çokça pratiğe imza atan bir derin devlet gerçeği vardı. Yıllardır aramızdan birçok masumu alan “Karanlık odada siyah kedi” olarak hissettiğimiz ama göremediğimiz, Susurluk döneminde olduğu gibi açığa çıkmasında umutlandığımız, sonrasında bunu bile bir başka darbeye (28 Şubat) altlık olarak manipüle eden bir derin devlet hıncımız vardı.
Haliyle Türkiye'nin reformcu ve demokrat kesimleri, Dink'i de bu siyasi amaçla öldüren bir derin yapılanmadan şüphelendi. Dink'in ardından Malatya katliamı gerçekleşti ve her ne hikmetse, Ergenekon davalarına dönüşecek ilk operasyon da, 12 Haziran 2007'de hemen bu sürecin sonunda gerçekleşti.
Acaba, bu cinayetler böyle düşünelim diye mi işlenmişti? Amaç sert/akut bir algı mühendisliği yapmak mıydı? Toplumu derin devletle yüzleşiliyormuş gibi endoktrine etmek, kamuoyu desteğini almak, AK Parti hükümetinin güvenini kazanırken, onun dikkatini aslında içi çoğunluk boş olan bu davalara çekmek, beri yanda da kör ve karanlık noktada kalan alanda devleti ele geçirmenin şartlarını mı oluşturmaktı?
Çok ilginç bir paradoks Dink Davası'nda ortaya çıkıyordu. Cemaatçi savcı, polis müdürleri ve hakimler, genelkurmay başkanını tutuklayacak, MİT müsteşarı ve oradan başbakana yönelecek, kozmik odalara girecek kadar cevvalken, her nedense Dink Davası'nda süt dökmüş kediye dönüyor, davanın başladığı yerde örgütü bulamadan bitmesini sağlıyorlardı. Koskoca Balyoz Davası'nı iki yılda sonuca bağlayan bu kudretli hakim, savcı ve polisler, Dink Davası'nda Nedim Şener'i tutuklarken cevval, kamu görevlilerine ulaşmakta tembeldiler.
Nedim Şener, paralel yapının Sayın Erdoğan'la husumetinin cemaatçi polislerin de yargılanmasına cevaz veren 2 Aralık 2008 tarihli Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun raporuna “olur” vermesiyle başladığını ifade ediyordu. Bu raporu aldığı kitabı 2008'in mayıs ayında basıldığında paralelin hışmına uğradığını ve tutuklandığını ifade ediyordu.
Yine kimseye garip gelmez mi ki, 17/25 Aralık darbe girişiminin Adliye'de kaçak bildiri okuyacak kadar cevval ismi Muammer Akkaş aynı zamanda Dink cinayetinin soruşturma savcısıydı. Başbakan'ı tutuklamaya kararlı bir savcı, Dink soruşturmasını uykuya yatırmıştı.
Ve ne hikmettir ki, 17/25 Aralık darbesi kadük kalıp da bu kudretli savcı, polis ve hakimler işten el çektirilince, soruşturma hızlı bir biçimde ilerlemeye başladı.
Bunu ben demiyorum, Dink Davası avukatı Hakan Bakırcıoğlu söylüyor...
“İstanbul savcılığının Dink cinayetini organize ve icra eden örgüte yönelik sürdürdüğü soruşturma muazzam önemdedir. Dink cinayetini işleyen örgüte yönelik önemli delillere ulaşılmıştır.”
Aslında, örgütün tüm yönlerine dair deliller, tüm karartmalara rağmen yeterlidir. Muhtemelen bu dava örgüte ulaşacaktır. Burada sorun, “Ya katiller istediğimiz kişiler çıkmazsa” endişesinde olanların yayacağı bilgi kirliliğidir. Bu dava ne paralelle mücadelede, ne de hükümete dönük nefretle araçsallaştırılmamalıdır.
Nitekim Avukat Bakırcıoğlu değerli bir tesbit yapıyor.
“4 Aralık 2015 tarihinde düzenlenen ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianame yalnızca cemaat diye anılan yapı ile zikredilen şahıslara dönük hazırlanan bir iddianame olmadı. İddianamede, ismi cemaat ile zikredilmeyen görevliler de bulunmakta ve iddianameyi önemli yapan da budur.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.