İslam aleminde önemli bir yer tutan Muharrem ayı, 14 Ekim günü başladı. Hicri takvime göre yılın ilk ayı olan Muharrem kelimesinin anlamı, “Haram” yani “yasak” olan anlamına geliyor.
Modern zamanlarda maalesef “özgürlük” “bireyleşme” ve “akılcılık” adına “kutsal” ve “tabu” sınırları da belirsizleşti. Lakin ister dini emirlerden, isterse toplumsal ahlaki kriterlerden kaynaklansın, “kutsal” ve “haram” kavramı, insanın alt ve üst sınırlarını belirlemekle bizleri insan yapan çabaların tümünü ima ediyordu. Doğu'da da, Batı'da da, gökkubbenin altında yaşayan tüm insan uygarlıklarının bu sınırları önemsemesi boşuna değildi.
Kant'a göre kişi kendisini ahlaki anlamda sınırlama olgunluğuna eriştiğinde insan oluyordu. Yani insan aslında ahlaki bir varlıktı.
Modernite ve hümanizm, tüm kuralları, yasakları, oluşumu binlerce yıl sürmüş gelenekler ile gerçekten yanlış olan baskı, yobazlık, hurafeleri aynı torbaya atarak itibarsızlaştırdı. Böylelikle modern insan, vicdanını ulus devlet ve bürokrasiye devrederek cemaatten, üst anlam ufuklarından ve onu hayvanlaşmaktan koruyan kutsal ve tabulardan koptu.
Tek tanrılı dinler, bu ağır süreçte, değerleri koruyan bir kumbara, sığınak görevi üstlendi. İşte Muharrem Ayı da, bu manada her sene bizlere iyi ve kötü, doğru ile yanlışı kendi irademizle seçme sorumluluğumuzu hatırlatıyor. On gün boyunca tutulan oruçlar, nefsi arındırıyor, iyi ve şerrin karşılaşmasını hatırlatıyor. On günlük muhasebeden sonra, Aşure ile oruçlar açılıyor. Aşure, Allah'ın bizlere verdiği nimetlerin bereketini temsil ediyor. Böylelikle hem ruhlarımız, hem de cismani varlığımız doymuş oluyor.
Aşure Günü nedeniyle hem Sayın Cumhurbaşkanı, hem de Sayın Başbakan önemli açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nde verdiği davete Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Alevi Vakıfları Federasyonu Başkanı Remzi Akbulut, Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Derviş Cemal Ocağı Dedesi Zeynel Demir, Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Genel Başkanı Özdemir Özdemir, Su TV Genel Yayın Yönetmeni Yalçın Özdemir, Baba Mansur Ocağı Derneği Başkanı Hızır Nebi Düzgün, Ehl-i Beyt Alimleri Derneği'nden Araştırmacı Yazar Hasan Kanaatlı ve Türkiye Uzlaşı ve Toplumsal Kalkınma Vakfı (TUTKAV) Yönetim Kurulu Başkanı Haydar Şahin katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “10 Muharrem Aşure'nin, İslam âlemi için birlik, beraberlik ve kardeşliğe vesile olmasını” dilerken, önemli Alevi temsilcileri ile yanyana verilen bu fotoğraf, Suriye'deki fotoğrafların yanında yüreklere su serpiyordu.
Başbakan Davutoğlu ise Şanlıurfa'da yaptığı konuşmada şu sözleri sarf etmişti.
“Alevi vatandaşlarımız, çok sayıda Alevi kanaat önderiyle bir araya geldim. Her hangi bir şekilde onlara dönük gönül kırıcı, canlarını bu anlamda yakıcı bir söz sadır olursa işte Muharrem ayındayız biz o sözden haya ederiz. Hiç kimseye bu anlamda ötekileştirici nazarla bakılmadı, bakılmaz.”
Nitekim, AK Parti'nin seçim beyannamesinde, cemevlerine hukuki statü verilmesi konusunda taahhütte bulunuldu.
Çevremizi saran kardeş ve kışkırtılan mezhep savaşları ortamında, Türkiye, kimliklerin ve aidiyetlerin tanındığı, inkârın sona erdiği bir dönem yaşamakta. Belki Alevi vatandaşlarımızın beklentileri daha yüksekti. Ancak bu beklentileri karşılayacak bir siyasi iklimin değeri de ortada. Müzakere ve siyasi yollarla, barışçıl şekilde bu ülkede birlikte, huzur ve refah içinde yaşamamak için bir nedenimiz yok.
Yeter ki, “Eline, diline, beline hakim ol” şeklinde mükemmelen tarif edilen ortak ilkelerimizi yeniden hatırlayalım ve öncellikle başkasını değil, kendimizi yargılayalım.
Bizleri arkamızdan çekiştiren travmatik geçmişin farkındayız. Bu acılı süreçlerde maalesef yürekler kısmen de olsa sertleşip, önyargılara açık hale geldi. Devletin şiddet ve ayrımcılık pratikleri, “böl yönet” taktiği uyarınca, araya mesafeler koydu. İşte demokrasimizin önündeki en önemli psikolojik engel bu mesafelerdir. Bu mesafeleri kapatmalı, birbirimizi iyileştirmeliyiz.
Bu noktada, siyasi liderler kadar, Sünni, Alevi, gayrimüslim din büyüklerine, kanaat önderlerine, akil insanlara önemli görevler düşüyor. Ülkeyi Suriye'ye çevirmeye dönük bir irade var. Bu iradenin kötücül diline, oyunlarına karşı birlikte mücadele edilmelidir.
Başbakan Davutoğlu'nun açıkladığı üzere, 2009'larda eğer Esed bu olgunluğu gösterseydi, Irak, Suriye ve Türkiye'den oluşan bir Levant Ortak Pazarı kurulmuş olacaktı. Bugün Suriye yıkılmış, bölünmüş, geleceği belirsiz bir ülke değil, bir refah bölgesi olabilecekti. Zayıf ve gayrımilli liderleri kullanarak bu projenin önüne geçtiler, bunu kardeş kavgası başlatarak yaptılar.
Hala çok geç değil. Her halükarda takip edilecek yol budur. Ancak, mazlum ülkelere yardım edebilmek ve örnek model olabilmek için önce kendi evimizin içini düzeltmek durumundayız.
Muhtaç olduğumuz güç, ortak tarihimiz, değerlerimiz ve inançlarımızda mevcuttur.