Paris'te yedi ayrı noktada gerçekleştirilen saldırı ile dünyanın gözünü diktiği Antalya'daki G20 zirvesi aynı günlere denk geldi.
Saldırının faili DAEŞ...
Sincar'ın DAEŞ'ten kurtarılması, Rakka üzerinde yoğunlaşan bombardıman, Halep'teki son gelişmeler ve bunun ötesinde daha kapsamlı bir kara harekatına hazırlanılması ve G20 Zirvesi'nde merkezi konunun Suriye ve Irak olması bu saldırının zamanlamasını “manidar” kılıyor.
Hatırlarsanız 2012 yılından beri düzenlenen G20 zirvelerinde ana konu Suriye olmuştu.
Ancak özellikle Rusya'da düzenlenen 2013 zirvesi kritik bir kırılma yaratmıştı. Esed kimyasal silahla katliam yapmış, Obama bir operasyon teklifiyle Rusya'ya gitmiş, ama her ne olduysa, Putin ile görüşmesinde kimyasal silahların Suriye'den çıkarılmasını içeren anlaşmayı kabul ederek operasyondan vazgeçmişti.
Aslında Obama bu tuzağa gönüllü düşmüştü. Çünkü iktidar döneminin en büyük başarısı olarak Irak'tan ABD askeri gücünün çekilmesini ve bir daha Ortadoğu'da ABD askerinin ölmeyeceği konseptini görüyordu. “No boots on the Ground” denen konseptti bu.
Putin, Obama'nın “Kimyasal silah kırmızıçizgimdir” ile “No boots on the Ground” arasında ezilmesini engelleyen bir formül üretmişti. Bunun bir aldatmaca olduğu kısa sürede anlaşılacak, Esed kimyasal silahlarla sivil öldürmeye devam edecekti.
Ama daha da vahimi, 2013'te müdahale edilmeyen Suriye ve Irak'ta, DAEŞ terör devleti üredi/veya üretildi. DAEŞ üzerinden PYD, Kobani üzerinden PKK harekete geçirildi. Çözüm Süreci zehirlenerek, Türkiye'de siyasal sistem ameliyat edilmek istendi.
DAEŞ öyle bir örgüttü ki, her nasılsa, Türkiye dışında herkesin işine yarıyor, politik ve askeri olarak herkesi güçlendiriyordu. Esed sağlam bir şemsiyeye kavuşmuş, Rusya ve İran vekalet savaşını aşarak bölgeye fiilen yerleşmiş, PYD etnik temizlik temelli devlet hayaline sarılmış, PKK da Çözüm Süreci'ni zehirleyerek kaosu Türkiye'ye taşıma ihalesini kapalı zarf usulüyle almıştı.
Kaosun amacı Yeni Türkiye'yi tarihin rahminden kürtajla almaktı.
İşte 1 Kasım'da, sizler bu darbe/ bölünme/kaos projesini tarihe gömdünüz.
Sadece Yeni Türkiye'yi kurtarmadınız, bölgede insan ve adalet temelli bir düzenin şansını arttırdınız. Eğer Türkiye düşseydi, Suriye ve Ortadoğu'nun da hiçbir şansı olmayacaktı.
G20 Zirvesi de bu zaferden sonra geldi. Paris saldırıları da zirveden bir gün önceye...
Dünya ekonomisinin yüzde 80'ini temsil eden liderler Antalya'da yeni dünya düzenini konuşacaklar. Önlerinde Suriye ve Irak meselesi ve DAEŞ olacak.
1 Kasım zaferi ile önünde seçimsiz bir dört yıl bulan Türkiye, güçlü iktidarı ve güçlü Cumhurbaşkanı ile uyum içinde dünyayı karşılayacak. Bu öyle bir fırsat ki, sadece ülkemize değil, bölgeye de yeni bir paradigma armağan edebilir.
Türkiye'de 2013'te başlayan darbe süreci demokratik biçimde bastırıldı. Çözüm kendisini dayatıyor. Suriye sorunu çözülemezse birkaç milyon mültecinin Avrupa'ya yönelmesi kaçınılmaz. Türkiye bundan daha ağır bir yükü kaldıramaz. Kimse de bunu Türkiye'ye dayatamaz.
İşte, çözümün yaklaştığını hisseden DAEŞ de zirveyi hedefleyen bu kanlı saldırı ile kendince ön almaya çalıştı.
ABD ve AB, artık ikiyüzlülüğü bırakıp, hayati derecede önemli müttefiğini dinlemek, onun yükünü paylaşmak ve tecrübesinden yararlanmak zorunda. Türkiye'nin iç ve dış politikasında insan ve vicdan her zaman ön planda oldu. Ama bu durum Türkiye'nin bugüne kadar kendisini yalnız bırakmış, hatta dostluğuna ihanet etmiş olanlara hesap kesmeyeceği anlamına gelmez, gelmemeli de.
Türkiye sonuçlarından bağımsız olarak mültecilere kucak açtı, terörü göğüsledi.
Şimdi sıra Batı'nın Türkiye'ye olan borcunu ödemesinde.