Zihinci meczuplar

04:0023/07/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Mahmud Erol Kılıç

Dini ve felsefi ilimlerle ilgilenenler iyi bilirler ki enerjisi yüksek bu alanlarda sağlıklı işleyen bir kafa yapısına da sahip olmak gerekir. Bunu bilginin yegane kaynağı zihindir, mantıktır diyenler düzeyinde söylemiyorum. İster akli ister kalbi deyin bütün maneviyat düzeylerinin de maddi ve iletişim aleminde karşılığı vardır. Bunların da bir meratib içerisinde ve tutarlı bir şekilde izhar ettirilmesi kemal işaretidir.Bizi tanıyanlar bilirler polemik, ajitasyon, cedel ve şahsileştirme v.b. gibi

Dini ve felsefi ilimlerle ilgilenenler iyi bilirler ki enerjisi yüksek bu alanlarda sağlıklı işleyen bir kafa yapısına da sahip olmak gerekir. Bunu bilginin yegane kaynağı zihindir, mantıktır diyenler düzeyinde söylemiyorum. İster akli ister kalbi deyin bütün maneviyat düzeylerinin de maddi ve iletişim aleminde karşılığı vardır. Bunların da bir meratib içerisinde ve tutarlı bir şekilde izhar ettirilmesi kemal işaretidir.


Bizi tanıyanlar bilirler polemik, ajitasyon, cedel ve şahsileştirme v.b. gibi tartışma ve ikna yöntemlerine uzak duran birisiyiz. Çok katlı bilme dereceleri olduğuna inanan bir kişinin kendi zaviyesinden gördüğü bir hakikati o zaviyeden görmeyen birisine ispatlamaya kalkması kadar saçma bir şey olamaz. Geleneğin ustaları “Bir aptalla tartışıyorsanız iki aptal tartışıyor demektir” derler. Bu yüzden geçmişte olduğu gibi şimdilerde de bizimle aynı fikirde olmayan kimselere şahsileşerek ve cedelleşerek cevap verme yöntemlerinden uzak durmuşuzdur. Bazen bazı medeni dostlarla tatlı münazaralar, fikri cilveleşmeler yaptığımız olur ki buradan da güzel hakikat güneşleri yükselir.

Bu uslup ilk bakışta belki ötekine değer vermeme, küçümseme, tepeden bakma gibi gözükebilir fakat eğer siz her mertebenin de var olacağını kabul edenlerdenseniz bunda bir sorun yoktur. Allah bu âlemde şeytana bile izin vermişse siz ötekini nasıl yok sayabilirsiniz ki. Herkesin burada bir yeri vardır. Lakin evlilik ayetinde geçen “küfüvv” yani denkliği arama, ülfet edeceğin kimseyi arama gibi doğal süreçler de meşrudur. Herkesin kendi mizacına ve meşrebine uygun olanlarla beraber olduğunda mutlu olması kadar tabii bir şey olamaz. “Bizde bir türlü, sizde bir türlü” deriz ve herkes kendi revişinde, kendi zevk türünde hayatını sürdürür. Tabii bir de Manevi Tekâmül var ki buna göre türler arası evrimin işte bu zevk türleri arasında yer değiştirmek demek olduğunu da hatırlatırız. Zira insan tekâmül eden bir varlıktır.

Geçen haftaki yazımda Fetullah Gülen isimli bir din görevlisinin başlatıp, büyütüp sonra da ihtirasla kör olmuş gözleriyle bir ihanet hareketi haline getirdiği “cemaat” olayının her yönden sağlıklı değerlendirilmesi gerekiyor demiştim. Herkes kendi zaviyesinden bu hareketi değerlendirmeyi sürdürmektedir. Bu babta yerinde ve isabetli analizlere şahit olduğumuz gibi -uzaylı varlıklardan özür dilerim- bazı “Uzaylı” tabir edeceğim faraziyeler ve fantazyalar da gün yüzü görmeye başladı. Bu olayı kendi emelleri, meşrebleri ve mezhebleri doğrultusunda yontan “karşı-cemaatler” türediler. Fırsattan istifade etmeye çalışan bazı kasaba ilahiyatçıları çok kıymetli fikirler saçmaya başladılar.

Gelenek karşıtı, Rönesansçı, Zihinci (akılcı değil), sözde aydınlanmacı, mealci, hadis karşıtı (külli olarak), tarih düşmanı, Osmanlı düşmanı, modernist, kutsal karşıtı, tasavvuf düşmanı, neo-selefi olmak gibi ortak düşüncelere sahip bu yeni “sözde-Cemaat” mensubları daha evvel ana omurgayı oluşturan İslami çevreler içerisinde tutunamadıkları için Kemalist, Laik, Ulusalcı çevrelerce korunup gözetilirlerdi. Hatta zaman zaman bir ajitasyon unsuru olarak da kullanılırlardı. Camilere sıralar koyalımdan başlayarak tavuktan kurban yapalıma kadar, Umre Hacc yerine geçsinden vergiler zekat sayılsına kadar pek çok kıymetli (?) fikir bu ağızlara söyletildi. Son on beş senede ise hükümetin mağdur dindarın haklarını temin etme iyi niyetli politikalarındaki bazı açıklar ve teolojik belirsizliklerden istifade ile icrada, diyanette, ilahiyat fakültelerinde güçlenen bu yapı en son meş’um Fetö saldırısı ile aşka geldiler.

“Ben
Yeni İlm-i Kelam
yolunun yolcusuyum” diyen bir zatın takipçisi olduğunu iddia eden, bir klasik İslami düşünce geleneğine bağlı olmadığı gibi hiçbir tasavvufi tarik ve silsilede yeri olmayan bir zatı ısrarla muazzez tasavvuf mektebine yamamaya çalışmak tam manasıyla bir düzenbazlıktır. Gayeleri başından beri tasavvufla hesaplaşmak olan bu güruh bu olayı bahane ederek salya sümük meczuplar gibi Anadolu irfanına saldırmaya başladılar. İrfanımıza, ocağımıza, edebimize, erkanımıza yapılan bu saldırılar tıpkı Fetö saldırıları gibi bizi köklerimizden kopararak soysuzlaştırma ve emperyalizmin fikri kölesi haline getirme çabalarıdır. Bizi Mevlanasız, Yunussuz, Hacı Bektaşsız, Yesevisiz bırakarak yerine Descartes, Hume, Voltaire’i ikame etme projeleridir bunlar.

Kendini felsefeci zanneden bu zihinci meczuplardan Ankara İlahiyat’ta mukim bir tanesi geçenlerde bir yazı kalem almış. Dedim ya ben kimseyle şahsi bir münazaraya girmeyi sevmem. Yol terbiyemiz buna müsaade etmiyor. Herkesin yolu kendine mübarek olsun der yoluma bakarım. Fakat dostların gönderdiği söz konusu bu yazı gerçekten en insaflı ve hoş görülü insanı bile çileden çıkaracak iftiralar, yanlışlar, çarpıtmalar, indi mülahazalarla dolu bir yazı. Bir akademisyene hiç yakışmayan bir demegoji retoriği. Dışsal olarak bakıldığında güya Fetö olayının kaynaklarını bulma çabası fakat metin kritiği yaptığınız zaman tamamen aynı temellere vurmaya çalışan bu sefer zihinci bir militanın bir başka hezeyanı.

Neymiş bu olayın esas kökeni İznik Medreseleri’nden gelen, onun kurucusu Davud-ı Kayseri’den gelen, Molla Fenari’den gelen İbn Arabici, Mevlanacı, Yunuscu İslam yorumunun, vahdet-i vücud anlayışının zehirlediği (!) bir anlayışın sonucu imiş. Tam da temellerden vuruyor arkadaş. Bütün sistemi çökertici bir dinamit lokumu. Belki Lawrence tanısaydı kendisini kraliyet nişanı bile verdirirdi. Bin yıldır bu topraklarda medeniyet adına, irfan adına, insanlık adına, İslam adına ne yapılmışsa hepsini çöpe atan, Mevlana’yı, Yunus’u, Ahmed Yesevi’yi, hemşehrisi İbrahim Hakkı Erzurumi’yi, Alvarlı Efeleri öldüren bir zihniyet.

Bir alternatif de gösteriyor değil. Yani sizin bu isimlerinize karşılık ortaya koyabildiği bir isim ve bir tarihsel tecrübe de yok. Tam bir fantastik roman. Evet bu retoriğe de hoş görülü olmalı terbiyesinde oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim dostlar. Demek ki hala iyi bir derviş olamamışım, beni mazur görün. Sadece “Ben irfana karşıyım, tasavvufa karşıyım, hiç haz etmem” falan denilse bir şey söyleyeceğimiz yok. Niyazi’nin dediği gibi “Ârifin her bir sözün anlamaya
İnsan
gerek…” deriz, yolumuza gideriz. Ama Fransız fuları takmakla ve pipo içmekle filozof olunduğunu zanneden bu yeni meczupların bizim medeniyetimizin kurucu babalarına böyle insafsız saldırmalarına cevap vermek her şeyden evvel babalarına sövenlere karşı evladların aldığı asil tavırdır. Bu topraklar arifleri ile, velileri ile, âlimleri ile hep var oldular ve Allah izin verdiği sürece de öyle olmaya devam edecektir.

Yarabbi Geleneği’mizi ihya etmeyi bize nasib eyle. Bu boşluktan istifade etmeye kalkarak bin yıllık manevi töremizi bozmaya kalkan her türlü delinin şerrinden bizleri de, vatanımızı da muhafaza eyle..

Büyük ârif Hz. Ali der ki; “Hak ehli susmayı tercih ettiğinde batıl ehli kendini hak üzere zanneder”.

#Hz. Ali
#Hakkı Erzurumi
#Mevlana
#Ahmed Yesevi