Geleneksel tohum kendini üretir

04:0029/01/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Mahmud Erol Kılıç

bazı modern din yorumlarının bu
topraklar
üzerindeki bin yıllık geleneğimizin kurucu âlim şahsiyetlerinin anlayışları ile ne kadar örtüştüğü üzerinde kafa yormaya devam edeceğiz demiştim. Araştırmamızın en dikkat çekici sonucu, bu bin yıllık süreçteki âlimler
zincir
inin zihniyet kalıplarında ontolojik bir kırılma veyahut kopma olmadan devamlılığını gözlemlememiz olmuştur. Bu dönemde ana eksende mutabakat varken sadece ihtisas alanları ve anlatım biçimine bağlı doğal farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Herkes o ortak zihniyet havuzundan kabına göre su alıp kendi bahçesini sulamaktadır.
Tohum
aynıdır ama toprağına, suyuna göre meyve vermektedir. İşte buna dinler tarihinde, düşünce tarihinde
Gelenek
veyahut
Anane
denilmektedir.


Ülkemizde anlaşılması hala sorunlu olan bu kavram etrafında çok fazla güftügû bulunmaktadır. Bu kavram, bu haliyle, he ne kadar muasır bazı Batılı dinler tarihçileri tarafından bazı durumları izah etmek için kullanılmaya başlandıysa da İslam âlemindeki din algısını analiz ederken yardımcı araç olarak bizler tarafından da zaman zaman kullanılmaktadır. Batı dillerindeki mukabili olan “Tradition” kelimesi daha çok “Religion” kelimesinin verilmek istenen manayı tam tazammun edememesi durumlarında kullanılmaktadır. Tabii ki İslam medeniyetinin zihniyet ve anlam haritası târumar edilmeden evvel o mevzular daha yerli bazı kavramlarla karşılandığı için bu yeni kavramları kullanmaya gerek yoktu. Lakin tersyüz edilen bir dünyanın anlam haritaları da tepetaklak olduğu için kelimelerin asıl manaları da kayboldu. O kavramların ilk vaz edildikleri yerler (evvele mâ vudi'a) yani 'ana tohum' bilinmesi gerekir ki ondan türetilenler de bilinsin. (Tarumar edilmeden evvel din anlayışımız nasıldı derseniz iki hafta evvel yine bu köşede yazdığımız “4 Dereceli Din” yazımıza bakabilirsiniz.) Hasılı günümüzde her alandaki kavram kargaşası ortamında özellikle Din Felsefesi ve Dinler Tarihi alanlarında bu kavram yani “Gelenek”, “Anane” bize göre büyük ifade kolaylığı sağlamaktadır. (İlk harf büyük yazılmalıdır ki folklorik anlamı ile karıştırılmasın). Aslında bu kavramsal anlamlandırmayı bize bir âyet çok güzel açıklamaktadır kanaatindeyim. Yani; 'Biz Nuh'a Dinden bir Şeriat yaptık' ayetinde (Şura, 13) geçen

Din

“Tradition\Gelenek\Anane” karşılığında olmaktadır.

Şeriat

ise “Religion\Din” karşılığında olmaktadır. Bu durumda günümüz Türkçesinde Din kavramının bir nevi “Religion” ile karşılanması bu problemin kaynağı olmaktadır. Yani Din eşittir Şeriat. Kadim geleneğimiz devam ediyor olsa idi bu probleme “Hakikat ve Şeriat” derdik olur biterdi. Laf da bu kadar uzamazdı.



Düşünce geleneklerinin kesilmesi daha çok devrimlerle olmaktadır. İnsanlık tarihinde bunun en bariz örneği Aydınlanma dönemi ve Rönesans'taki zihniyet inkılabıdır. Kimilerine göre akla vurulan prangalardan, metafizik kayıtlardan ve hurafelerden insanı kurtararak bilincin özgürleşmesini sağlayan bir hareket olarak yorumlanan bu hareket kimilerine göre ise Hayatın, Doğa'nın, İnsan'ın Kutsal'dan koparılarak vahşileştirilmesinin en zirve teşebbüsü oldu. Bu iki farklı yaklaşımın günümüz İslam dünyasında da karşılıkları bulunmaktadır. Modernistler ve Gelenekselciler gibi kavramlar buna bir karşılık olarak düşünülebilir ama birebir tam karşılıkları da değildirler. Özellikle Gelenekselciler çok daha fazla yanlış anlaşılmaktadırlar. Körü körüne taklid içerisinde donmuş, pıhtılaşmış, içtihada kapalı, gerici, örf ve adetleri esas alan din yorumları Gelenekselci din zannedilmektedir. Hakikatte bunlarla bizim bahsettiğimiz Tefekkür Geleneği arasında alaka yoktur.



Hasılı son yüzyıla girildiğinde bu düşünce zincirinde bir kırılmanın ortaya çıkışı müşahede edilmektedir. Dokuz yüz sene boyunca devam edegelen o zihniyet silsilesi son asırda aniden durmuş ve silsile kopmuştur. Artık o

tohum

dan bir daha ürün alınamaz olmuştur. Buna genetik biliminde neslin kesilmesi, zürriyetin devam etmemesi, ziraat ilminde tohumun kitlenmesi, güdükleşmesi denmektedir. Yani

Gelenek

'in kesilmesi.



Günümüz İslam âlimlerinin zihniyet kaymalarının sebeplerine yönelik tespitlerimizde dikkat ederseniz zaman zaman bazı botanik ve genetik tabirler kullanmaktayız. Bunun sebebi her şeyden evvel bilim ve din arasındaki örtüşmelerdir. Ayrıca Kur'an pek çok misali bize 'Tohum', 'Ağaç', 'Meyve' kelimelerinin geçtiği benzetmelerle yapmaktadır. Bendeniz şahsi olarak geleneksel ve organik tarım taraftarıyım. Bu hareketin de gönüllü üyesiyim. Gittiğim her ülkede genleriyle oynanmamış anaç tohum bulursam alıp getiriyorum ve ilgili dostlara hediye ediyorum. Bu konuda okuduğum bir yazı beni bir yerlere götürdü. Abdal Musa'ların, Sinan Ümmi'lerin manevi tohumlar ektiği Antalya'nın Elmalı'sında geleneksel tarımcılık yapan ziraat mühendisi Nihal Küpeli ile yapılan bir konuşma (Körfez, 17 Nisan 2016) hem ilgimi çekti hem de beni başka yerlere götürdü. Aşağıda mealen nakledeceğim o yazı ile sizce yukarıda izah etmeye çalıştığım konu arasında bir irtibat var mıdır? Okuyup siz karar verin lütfen. Vurgular bendendir.



Meyve ve sebzenin GDO'sunu, genetiğini değiştirdiler. Evet, “geleneksel tarım”a dönelim çağrıları artık her yerde. Sağlıklı besin elde etmenin başka yolu yok.

Geleneksel tohum kendi kendini üretebilir.

Ziraatçılar o tohuma “Ana-baba hattı” ya da “

anaç tohum

” derler. O tohuma bir şey olmuyor, o tohum değişmiyor.

O tohumu al ek, her yıl yenile.

Eski domatesler vardı. O domateslerin çekirdekleri kurutulup tohum yapılıp, ekilip fide üretiliyordu.



Fakat bu ana tohumların '

tescil'

edilmesi lazım. Bunun için '

ıslah firması'

olmak gerekiyor. İkincisi tescil uzun zaman alıyor. En az 5 yıl denenmesi lazım. Tarım il müdürlüğünün denetimlerinden geçmesi lazım. Ayrıca maliyet ve bilgi de gerektiren bir iş.



Tohum takas şenliği

yapıyoruz. Her yıl kendi bahçelerinde yerel tohum üreten insanlar bu tohumları isteyen,

talip

olanlara dağıtıyorlar. Herkes kendi yöresinin tohumunu getiriyor, tohum getirenler arasında tohum değişimleri yapılıyor.

Zira tohum ekildikçe yaşar.


Buna karşılık bir Hibrit, melez tohum çıkardılar. Aslında Hibrit tohumun da üretilmesi için yine bir

geleneksel tohuma

ihtiyaç var.

Yani annesiz, babasız çocuk olmaz.

Hibrit tohumun ana-babası ancak geleneksel bir tohum, bu bölgedeki uyumlu bir tohumdur. Yabancı firmalar bizim yerel tohumlarımızı topluyor, onları hibrit yapıyorlar. Bu bölgede hibrit tohum elde etmek için bile mutlaka bu bölgede yetişmiş bir tohumun kullanılması gerekir.



Hibrit üretim aslında “katır” üremesine benzer. Malum olduğu üzere at ve eşek birleşince katır olur, ama o doğan katırın kendisi doğuramaz. Hibrit tohumun kendisinden bir şey doğurma özelliği yoktur.

Güdüktür. Ebterdir. Kilitlenmiştir

.

Tohum olur, bitki olur, çiçeklerini döker amma velakin meyve olmaz.

Nesli devam etmez.



Hibrit tohumu ayakta tutabilmek için çok sayıda kimyasal ilaç vermek gerekir. Nasıl ki biz çeşitli hastalıklara karşı aşılanıyoruz, bitki de öyle, onların da hastalık getiren etkenlere karşı korunması, ilaçlanması gerekir. Hibrit tohumdan üretilen bitki adeta zehirle besleniyor. Öyle ki, yediğimiz şeyin hepsi zehir. Yediğimizin yüzde 70'i zehir, yüzde 30'u su. Kanserin nereden çıktığını sanıyorsunuz? Yiyince hop diye ölmüyoruz ki? 60-65 yaşlarında kanser çıkıyor. Çocuklarda da yaygınlaştı kanser. Ne kadar çok lösemili çocuk var… Geleneksel tarımda ise ilaç yok, kimyasal gübre yok, dolayısıyla üretilen ürün zehirli değil.

Biz zararın neresinden dönerseniz dönün diye uyarıyoruz

.



Üstelik

Hibrit tohuma seni mahkum ederlerse

kendi gıdanı üretemiyorsun. Böylece gıda egemenliğimiz elimizden gidiyor. “Hibrit tohum daha iyidir, daha verimlidir” yalanını, reklamını hep söylüyorlar. Hibrit tohumla yerli tohumu aynı tarlaya ekelim. İkisine de hayvan gübresi ya da yeşil gübre verelim. Aynı ortamda birlikte yetiştirelim. Hibrit tohumun daha verimli olduğu yalanı kendiliğinden ortaya çıkar.



“Evet, Geleneksel tarıma dönelim diyorum. Sağlıklı besin elde etmenin başka yolu yok. Geleneksel tarıma, bizim tohuma dönüldüğünde o eski koku, o eski lezzet de tekrar ortaya çıkacak”.


#GDO
#Geleneksel tohum
#Modernizm