Yesi’den çektiğimiz nefesle...

04:001/03/2016, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

İslam coğrafyası kan ter ve gözyaşı içindeyken; Yesevî'nin vefatının sekiz yüz ellinci yıldönümüne rastlayan 2016 yılı Unesco tarafından 'Hoca Ahmed Yesevî yılı' ilan edildi. Geçtiğimiz günlerde Unesco'nun Türkiye temsilciliği ile Yesevî Üniversitesi işbirliğiyle Sultangazi belediyesi tarafından, Hoca Ahmed Yesevî kültür merkezinde bir anma programı düzenlendi.



Belediye Başkanı Cahit Altunay; “Yesevî'nin Türk tarihindeki önemi sadece manzumelerden ileri gelmemektedir” diyerek, “İslamiyet'in Türkler arasında yayılmaya başladığı dönemlerde ilk defa bir tasavvuf cereyanını vücuda getirerek, insanlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasından ileri gelmektedir. Yesevî, akıl ve bilimin öncülüğünde hakikate, gerçeğe ve ebedi değerlere ulaşılacağını savunur. O tüm insanlığı; huzura götüren imana, sevgi dolu bir gönüle çağırır” şeklinde konuşmuş.



Unesco Türkiye milli komisyonu başkanvekili Büyükelçi Gürcan Türkoğlu ile Ahmet Yesevî Üniversitesi mütevelli heyeti başkanı Prof. Musa Yıldız da birer konuşma yaparak onun tarihteki önemine değinmişler. Bu kadar da değil. Yesevî'yi anlamanın son derece önemli olduğunu söyleyen bir başka isim de, programa katılan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş:



“21. yüzyıl dünyasında, bugün yaşadığımız bu şartlar içerisinde Yesevî'nin ve temsil ettiği ekolün, zihniyetin çok daha iyi anlaşılması zorunludur” demiş ve şöyle devam etmiş: “Dünyanın dört bir tarafına yayılan irfan mektebinin ilk yapıtaşlarından biridir. İrfan mektebinin halkalarıyla insanlık yeniden inşa edildi. İrfan mektebinde öğretilenler zamanın mektebinde öğretilmiyor.”



***


Tam isabet dedim bu haberi okurken. Çünkü bu kişilerin hepsi de ana noktaya temas etmiş. Yazılarımızda sık sık değindiğimiz (aşk ve irfan olmadan bir medeniyetin ruhunun dirilemeyeceği ve bu yönde kurumlara ve sivil toplumun üzerine düşenlere dair) meselenin elbette yetkili merciler tarafından gündeme getirilmesi isabetli.



Ancak sözlerle, anma yıldönümleriyle, göz dolduran organizasyon ve etkinliklerle irfan mektebinin anlamına ne kadar temas edebiliyoruz? Enfüste ve afakta, kendimizin ve toplumumuzun ruhunda bu hakikat ehli zatların bize bıraktığı sözleri ne kadar canlandırabiliyoruz? Nefsimize ne kadar geçirebiliyoruz, toplumsal hayatımızda, dünyanın bugününde bilgi ve sevgi gibi küresel tüketime açık sözcükler ne işimize yarıyor? Bir yıl sonra Unesco'nun ilan ettiği süre dolunca hayatın neresinde içselleştirilmiş olacak bunca faaliyet?



İslam ümmeti ne halde diye her serzenişimizde, belli ki, içimize dönmenin vakti geldi, geçiyor. Gönlümüzün gerçeğini, nebevi hakikatin özünü bize canlı sözleriyle işittiren Yesevi'den önce ve sonra, yüzlerce hak dostunun elan sıcak nefesindeyiz. Onlar dini kendi tekellerine aldıklarını sanan cemaatlerin veya din yetkilisi olduğunu iddia eden bazı zevatın iddia ettiği gibi kendinden menkul sözler söyleyen aşk sözcüleri değillerdir.



Aksine. Onlar Kur'an'la ikiz olmuş ve bunun evrensel yollarını bize emanet olarak bırakmışlardır her daim canlı sözleriyle. Alıntı Müslümanlığından yaşantı Müslümanlığına geçebilmemiz, yıldönümü etkinliklerinde seyirci olmaktan aktif katılımcı haline gelmemiz gerekiyor. Yesevî'nin neredeyse dokuz asır önce yüzlerce hakikat ehli yetiştirip yola çıkarmasını toprak işgali olarak değerlendiren bugünkü yaklaşımlar karşısında: Gönül fethinin bir menfaat değil, insanlığın tamamı için bir eylem, bir amel olduğunu anlatabilmemiz, bunu bizzat yaşantımıza geçirebilmemizle doğru orantılı.



***


Kainata insani değerleri sunarak tekamülüne katkıda bulunmamız vahiy ve sünnetin her çağdaki samimi temsilcilerinin eserlerini yeniden dosdoğru bir biçimde / bugünün diliyle kuşanabilmemizle mümkün. Nitekim Kurtulmuş da sözlerini böyle tamamlamış: “İrfan; insanın kendisini yaratılanları ve kainatı tanıması sanatıdır. Bir durum değil bir eylemdir. Bu eylem olduğu için dergahlar, vakıflar, ahilik müessesesi kuruldu. İnsanlara yardım edecek sosyal müesseseler kuruldu. Bütün bunlar Anadolu'da dil ile eşanlamlı olarak kullanılan gönlün kurulması sonucudur.”



Evet, insanlığın dirilişi kendini her alanda vakfedebilmenin hikayesidir biraz da. Bir toprak parçası, ona bu şekilde ruh üfleyenler tarafından canlanır, yeşerir. Meşrebi mezhebi yoktur gönül sultanlarının. Onların sözü bu toprağının mayasında Resulûllah nefesiyle her dem yankılanmaya devam eder. Bu vesileyle Hayati Bice'nin 'Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ve Hikmetleri' (H yayınları, 2014) adlı değerli eserini tüm irfan ve aşk taliplerine tavsiye ederim.



Kesintisiz zikir misali sürmektedir bu canlı tefsir. İşitebilmek için, yıldönümü ve anmalar ilk adım. İrfan mekteplerini bugünün ruhuyla açabilmek için kalp ilmine dönmeye bir davet olsun Yesevi yılı, aşk ve irfan talep edenlere. Hakikat ilmini kendinde, eşyada, Hak'ta ispat etmeye... Güzeli güzelde görmeye sahici bir çağrı olsun.




#İslam coğrafyası
#Yesevî
#Gürcan Türkoğlu