Bugün herkesin herkesle belli konularda ittifak belli konularda ihtilaf ettiği bir küresel dönemde Mısır, Suriye, Rusya veya İran ilişkileri üzerinden İsrail'le ne gibi stratejiler tasarlandığına dair söylentiden öte bir bilgimiz yok. Ya da siyasilerin söz ettiği doğalgaz anlaşmasına doğru nasıl bir açılımın planlandığına dair. Yine örneğin Türkiye'nin belası olan Işid, Pyd gibi terör örgütlerine dair ne gibi karşılıklı önlemler geliştirilmiş olabileceğine dair. Ama yaşanmışlıklarımız var:
Bugüne dek pek çok sefer BM kararlarını uygulamayan, yaptırımları hayata geçirmeyen, üç dört yılda bir Gazze'nin elektrik su altyapısını –tam biraz onarılmışken- yeni bombardımanlarla çökerten; sıradan insanların evlerini dozerle defalarca başlarına yıkan; çocuklarını Filistin nefreti içinde yetiştirmekten kaçınmayan İsrail eğer Türkiye'nin (Hamas'ın da rızasıyla) Gazze'yi ayağa kaldıracak maddi manevi desteğini hayata geçirmeyi kabul etmişse: Şartlar ne olursa olsun, herhangi bir gerekçeyle burayı yeniden yerle yeksan etmeyeceğine nasıl güveneceğiz?
Dün gerçekleşen Türkiye İsrail anlaşmasına karşı itirazların temel argümanları şöyle: Mavi Marmara'da silah sıkan askerlerin yargılanamayacak olması. Gazze ablukasının kalkmayacak olması. Filistin'e yollanan yardımlarımızın yine İsrail'in denetimine tabi olması. Resmi devlet dilindeki diplomatik söylemleri, söylenen ve söylenemeyenleri hesaba katmadan, acizane, sivil ve ferdi duruşların içinde bir dem, bir soluk olsun bizimkisi.
***
Daha birkaç Ramazan önceydi, ateşten ekranlarda Gazzelilerin bombardımana tutulmasını seyretmeye mahkum bırakılmıştık. Sahurdan sonra uyku tutmuyordu. Yazmak, kayda geçirmek, okuru şahit tutmak derken, kelimeler anlamsızlaşıyordu. Devletler İsrail'in kendini terörizme karşı savunma hakkı olduğunu söylüyorlardı yine.
Rachel Corrie adlı Amerikalı genç kızın Filistinli bir ailenin evini yıkmaya gelen dozere karşı koyarken altında kalıp öldürülmesi üzerinden epey yıl geçti artık. Davasında bile bu genç kızın Filistinli terör örgütlerinin etkisinde kaldığı algısı oluşturulmuş, hakkında sahnelenmek istenen oyunlara Batı'da hep engeller çıkarılmıştı.
2000'lerin ortası da dün gibi canlı. Çünkü bugünlere dek pek bir şey değişmeden devam etti aynı seyir: Filistinlilerin zeytin ağaçlarını ateşe veren İsrail, plajda denize giren oyun oynayan çocukları havaya uçuran, Gazzelilerin balıkçılık yapmasına engel olan, Mısır'dan tünellerle erzak getirmesine silah da var diyerek karşı koyan, kontrol noktalarında serbest hareketi engelleyen, güvenlik gerekçesiyle Batı Şeria'da duvarlar ören, ördüğü duvar yüzünden aileleri, evlerin, tarlaların ayrışmasını umursamayan, yaşatmadıkça daha da korkan, korktukça nefret eden, işgal ettiği topraklardaki biçare insanlara zulüm yapan, aşağılayan İsrail...
***
Bir de Ortadoğu'nun çeşitli bölgelerinde rastladığım Filistinliler var. Beyrut'taki ziyaret ettiğimiz Şatila kampında hayata tutunmaya çalışan Filistinlilerin çamur ve çöp dolu sokaklarında bir yetim yurdunda ev resmi yapan çocuklara barıştan söz etmek ne ise epeyce ironik olmuştu.
Kimi Şam'da esnaf olmuştu, Lübnan'daki okulunun İsrail tarafından bombalandığını duyduğu gün canlı bomba olmak yerine üniversite okumayı tercih ettiğini anlatmıştı.
Kimiyle de Ürdün'de taksicilik yaparken karşılaştım, Ölü Deniz ürünleri arasında sadece İsrail imalatı olmayan malları pazarlamaya çalışıyordu.
Kudüs'te Kubbet-us Sahr'da Cuma'yı beklerken tanıştığım Gazzeli aileyle sohbet etmiştim. Şehit doluydu silsilesi. Sakatlar, hapiste olanlar, ama başka ülkelerde çalışmaya gidenler de vardı. Tutunmaya çalışan bu geniş ailenin hikayesini dinlerken de, Hicaz'da olsun, çeşitli Ortadoğu ülkelerinde olsun, Avrupa'da olsun karşılaştığım sanatçı, kariyer sahibi, akademisyen Filistinliler karşısında hep aynı hisse kapıldım:
Medeni dünyanın gözleri önünde bunca mazlum bırakılmış olmalarına rağmen hiç de mağdur değillerdi. Durmadan savaşla, sefaletle anıldıkları için onlar hakkında başka bir yorum gözlem yapılamazmış gibi şartlandırmıştı algı yönetimi bizleri. Halbuki son derece mağdur, kudretli, vakardılar.
***
Miraç gecesi Mescid-i Aksa'da ibadet etmiş, gözyaşı akıtmıştık dua niyetine. Dört yıl önceydi. İsraillilere dair ilk izlenimlerimden biri gencecik annelerin birkaç çocuklu olmasıydı. Meğer devlet, kadınların önce anne olup sonra kariyerlerine devam etmesi konusunda maddi manevi olanak sağlıyor, yüklü maddi destek veriyormuş.
O vakit anlamıştım, her doğan Filistinliye neden potansiyel terörist olarak baktıklarını. Çünkü çok fazla doğuruyordu Müslüman analar. Başka silahları yoktu ki bu ölüm saçan işgal altındaki topraklarda tutunabilmeye devam etmeleri için. Yıkıma, katliama, ölüme karşı can! Kesilmeye, kazınmaya karşı bitmeyen kök!
Devletler arası anlaşmaların ötesinde, baştaki soruya döneyim bir şerh niyetine: Şartlar ne olursa olsun, herhangi bir gerekçeyle İsrail'in Gazze plajlarında çocukları vurmayacağına, Mavi Marmara'lara saldırmayacağına, Rachel Corrie'leri ezmeyeceğine nasıl güveneceğiz?. Bu güvenin bir an önce sınanmasını ve sadece Gazze'de değil Müslüman kültür ve geleneğin giderek yok edilmeye çalışıldığı Kudüs'te de hayata geçirilmesini diliyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.