Niyazi Mısri üzerine yaşadığı bir mânâ vesilesiyle kalkıp onun ayağında bukağı ile sürgüne yollandığı ve metfun olduğu Ege'deki Limni adasına gitmişti Aylin. Onu dönüşünde tanıdım. Yaşadığı tevafukları, hazretle ilgili gönlüne gelen doğuşları, onun izini sürerken başına gelen birbirinden ilginç olayları ve yaşadığı karşılaşmaları anlattı.
Bunları yazsana, mutlaka kayda geçmeli dedim. Çok istiyorum dedi. O vakit henüz roman yazma fikri tam olarak belirmemişti zihninde. Fakat ne tevafuk ki, Niyazi Mısri'nin izini sürdüğüm bir romanı ben yazmaktaydım.
Bugünlerde yayına hazırlanmakta olan bu romanı yazmama vesile olan Mısri ile ilgili okuduğum bir makaleydi. Bir tasavvuf dergisinin Mısri sayısında yer alıyordu bu metin. Yazarı olan Mustafa Tatcı hocayla da tanışmama bu yazı vesile oldu. Hesap içinde hesap vardı sahiden Mısri'nin dediği gibi.
Bilgileri alıp üsluba çekerek yazacağım bir romandan ziyade, kendi yolculuğumu yapmaktaydım ve hazretin divanı, tıpkı hocamın Mısri sohbetleri gibi beni öylesine çarpmıştı ki! Aşk ve irfan geleneğimizin bu kadar çok canlı sözü olduğunu Mısri ve ardından Yunus divanının içine düştükçe -aşka düşmek gibiydi bu- anlamaya başlayacaktım.
Anadolu irfanı dediğimiz, müphem bir kavramsal söylem değildi, hayatın bazen en alelade anlarında kendini açığa çıkaran capcanlı bir eylemdi. 15 Temmuz gecesinde halkın darbecilere karşı direnişinde gördüğümüz gibi.
***
Sözün canı vardı ve bu nefesi içime çekmeden, gönlümde açılan acizane anlamları nefsimden geçirmeden yazacağım hiçbir şey gerçek olmayacaktı. Bu da uzun bir süreç demekti. Üç yıla yayıldı. Aylin ise yeni başlıyor yazmaya. O da Mustafa Tatcı hocayla Limni'ye yaptığı yolculuk vesilesiyle tanışmıştı. Hocamızın Limni'ye yolculuğunu ve başından geçenleri kaleme aldığı 'Limni'den geliyorum' adlı kitabı olmuştu onun deneyimine eşlik eden.
İkimizi ortak etkileyen bazı olaylardan bahsettik Aylin'le. Ve dedik ki hepimiz kendi menakıpnamemizi yazıyoruz nasılsa, Allah tekrar etmez, ne kadar benzer şeylerden etkilensek ve yazsak da, yolcular biricik, yollar sonsuz.
Evet aradan asırlar da geçse, dünyanın bambaşka yerlerinde yaşıyor da olsak hazretlerin gönülleri birleştirme gücü vardı. Dirilik buydu, aşıklar ölmez, yaşatırdı.
Niyazi Mısri sadece Aylin ile beni Tatcı hocayla buluşturmuş değildi.
Yunus'un bizi ressam Tülay Gürses ile, Şirvani'nin yazar Firdevs Kapusızoğlu ile, İbn Arabi'nin yıllar önce beni rahmetli Ayşe Şasa'yla buluşturması gibi; bizi birbirimizle ve kendimizle buluşturuyorlardı. Beni Tatcı hocanın Mısri yazısıyla buluşturan eşim yönetmen Semih Kaplanoğlu da nitekim Firdevs ile birlikte bugünlerde bir Mısri filmi için senaryo yazmakta!
Örnekleri onlarca yüzlerce isim sayarak çoğaltmam mümkün. Sadece Elmalı'da yetişen erenlere dair düzenlenen sempozyumlar her yıl dünyanın farklı bölgelerinden gelen ve salonlara sığmayan aşıkları buluşturuyor bugün artık. Kastamonu'da Şabanı Veli'nin, Kars'ta Harakani'nin, Bursa'da Üftade hazretlerinin yarenleri buluşturduğu gibi. Usturumca'daki Melami dergahının Nurü'l Arabi'nin aşk sesinin yankısında farklı coğrafyadan gelen sevdalıları buluşturduğu gibi.
***
Niyazi Mısri'nin divanı ve hayatıyla ilk tanıştığım dönem, ne Yunus'u, Mısri'yi, Ümmi Sinan'ı, ne de bir başka ismin divanını öğrenmiştim. Fakat yerli bir eğitimden geçtiğini söyleyen, geleneğe bağlılığını her fırsatta dile getiren kesimlere baktığımda da Yunus ve Mısri gibi velilerin divanlarının onlarda hiç canlanmadığını görüyordum.
Aktarım kültürü ile büyük medeniyetin yapı taşları döşenemiyordu maalesef. Neredeydi bugünün Yunus'ları, Mısri'leri?
İşte bütün bunları yazmama vesile olan ise Unesco'nun Mısri'nin doğumunun 2018 yılını Mısri'yi anma yılı ilan edecek olması. Bu henüz kesinleşmiş değil, fakat bu vesileyle üzerine odaklanmayı gerektiriyor.
Malatya'da doğan, Diyarbakır, Mardin, Kerbela, Şam ve Kahire'de tahsil gören, İstanbul, Bursa ve Uşak'ta ikamet eden, Elmalı'da tasavvuf terbiyesi gören, Rodos ve Limni'de sürgün hayatı yaşayan Mehmed Niyazî-i Mısri'nin doğumunun 400'üncü yılının böyle bir anmaya dönüşme ihtimali dahi gerçekten de kendi değerlerimizi anlamak ve insanlığa aktarmak için kıymetli bir vesile.
Mısri, hayatı ve yazdığı eserleriyle yaşadığı günden beri tartışılan, okunan, yorumlanan, örnek alınan bir zat. Onun divanı, yazıldığı tarihten beri en fazla şerh edilen, matbaanın Osmanlı kültür hayatına girmesinden sonra da en fazla basılan eser olma özelliğine sahip. Hatta denildiğine göre bugün sufi çevrelerde en fazla okunan divan onun divanı. Bestelenmiş manzumeleri de Yunus'la birlikte en çok icra edilenlerden.
***
“Hazret-i Pîr'in ilahiyatını kendinden önce ve sonra gelenlerden ayıran özellik sadece İbn Arabi'den yahut Mevlana'dan tevârüs ettiği miras ile seyr ü sülûk ve tevhid sırlarını billurlaştıran ifadeleri değildir” diyor Tatcı hoca. “O, divanında, sülûk sırasında yaşanılması gereken fark ve cem sırlarını dengeli olarak vermektedir ki onu selefinden ayıran özellik budur.”
“Şeriatsız hakikat oldu ilhâd / Hakikat nûr, ziyâsıdır şeriat” diyen Hazret-i Pîr'in temas ettiği denge, tasavvuf yolları içinde fevkalâde önemlidir. Sülûku sırasında yaşadığı aşk ve irfân hâllerini yorumlamaya çalışan sâlikin şeriattan hakikate doğru yol alırken hangi halde hangi reçeteyi kullanacağını bilmesi, nefsinin tehlikeli yollara sapmasını önleyecektir. Niyazi Hazretlerinin ilahiyatı bu sapmaları önleyecek altın kuralları ihtiva eder.”
Anma yılı olsun olmasın, sanatçılara ve kültür mercilerine düşen böyle vesilelerle geçmişi bugüne getirmek, bugünün dilinde insanlığın istifadesine sunulacak çağdaş ifade biçimleriyle aşk ve irfan geleneğimizi devam ettirmek. Romandan şiire, filmden resme...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.