Türkiye’nin kalbinde...

04:006/08/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Gazi Meclis'in bahçesindeydim. 15 Temmuz işgal girişiminde bombalanan ve henüz yaralarını sarmaya başlayan meclisimiz güvenlik sebebiyle şu süreçte ziyaretçilere kapatılmış olsa da, içeride gazetemizin Başbakanlık muhabiri Fazlı Şahan beni bekliyordu. Girdim.



Uzun yol boyunca usul adımlarla yürürken dışarıda bombalardan birinin açtığı çukuru gördüm. Gözümün önünden tanık olduğum son elli yılı geçti demokrasimizin. Kapatılan partiler, meclise alınmayan milletvekilleri, yemin krizleri, koalisyon pazarlıkları, kurulan ve kurulamayan koalisyonlar, mahkemeler, faili meçhul cinayet ve katliamlar, muhtıralar, ihtilaller, anarşi yılları, terör, küresel teröristler, canlı bombalar, mecliste temsil imkanı varken ellerinde silahla dağa yollananlar, isyan edip araç yakan, okul, yuva, yurt yakanlar... Meğer daha fazlası varmış.



***


O gece F16'ların attığı bombalardan sonraki saatlerde, helikopterden askeri kuşatma için meclise düzenlenen saldırıda delik deşik edilmiş kapılara bakıyordum. İçerde az sayıdaki görevlinin karşı koymasıyla savuşturulan bu kalkışma, o çukur, şu kapılar derken... Kim bilir içerisi nasıldı.



Kopmuş avizeler, yıkılmış duvarlar, tepede açılmış kocaman yarıklar, inmiş cam çerçeveler, moloz yığınına dönen odalar, merdivenler, tanınmaz haldeki koridorlar, kolonlar, yer yer harabeye dönmüş, toz toprak yığınını andıran bölümler... Başbakanlığın önüne vardığımda ise kalakaldım.



Bütünüyle bakınca net biçimde görülüyordu; bu bombaların hedefi öyle göz dağı vermek filan değil, asıl olarak yok etmekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi 15 temmuz gecesi meclis kapalı olduğu halde bombalar esnasında meclise koşan 100'ü aşkın milletvekilinin meclisi çalıştırması demokrasiye nasıl sahip çıktığımızın da bir göstergesiydi.



Meclisi bombalayan F16 pilotlarından birinin itirafları aynı dakikalarda geldi. Türksat'ı ve Ankara'da daha altı yeri bombaladığını kabul etmiş, Fetö'ye hizmet ettiğini ise bilmediğini söylüyordu Yüzbaşı Türk ve şöyle diyordu: “İkinci verdikleri koordinatın şehir içi olduğunu kendilerine ilettim, onların da 'sıkıntı yok, atış serbest' demeleri üzerine belirttikleri yeri (TBMM) bombaladım!”



Evet, aynen böyle; atış serbest! Vatandaşların paralarıyla, devletin tüm imkanlarıyla okutulan, vatanına, memleketine yararlı olsun diye çok zor şartlarda aileleri tarafından yetiştirilen ve vatan korumasına verilen bu kişileri kendi halkına, seçilmiş meclisine, sivil hayatına gözünü kırpmadan bomba yağdıracak hale getirenlerin vebali ne kadar ağırdı!



Hile ile harp etme imtiyazını kesintisiz olarak kendilerine maledenlerin asıl hilenin bizzat kendileri olup çıktığını fark edememesi ne kadar ibretlikti. Tıpkı ağızdan çıkan bedduaların kader olması ve onu sarf edenlere alnına yazılması gibi.



***


Meclisin bu yaralı bereli halini görmek sadece beni değil, benim gibi gelen herkesi dehşete düşürüyordu. Bunlardan biri de Alman gazeteci Martin Lejeune idi. Biz çıkarken o daha yeni gelmiş, yeni görüyordu meclisin halini. İçimden geçen ne varsa, onun yüzünde gördüm.



Alman vatandaşı olan Müslüman gazeteci Lejeune, Avusturya'daki “Türkiye tatili ile sadece Erdoğan'ı destekliyorsunuz, gitmeyin!” skandal ilanının ardından Viyana Havalimanı'na gitmiş ve “Türkiye'de tatil: Yaz, Güneş, Demokrasi” ifadelerinin yer aldığı bir pankartla fotoğraf çektirerek sosyal medyada paylaşmıştı. Neye yarar diye düşünmemiş, gerçeğe davet etmişti şahit olmak isteyenleri.



***


Cumhurbaşkanı Erdoğan Batılı mercilerin gelip meclisi görmeye yanaşmadığını söylüyordu her fırsatta. Meclisin bombalanmasının bize İstiklal Savaşı'nı hatırlattığından bahsediyordu. “Bu çok önemli bir olay” diyordu: “İkinci defa bu Meclis, Gazi Meclis oldu.”



Fransa'da veya Belçika'da terör saldırıları olur olmaz dayanışma görüntüleri sergileyen Batılı diplomatlar, siyasiler, bürokratlar ya da üst düzey yetkililer tam da bu yüzden gelmiyorlardı işte: Anlamaya, öğrenmeye, hak vermeye, dayanışmaya niyetli olmadıkları için. Ne olup bittiğini bal gibi görüyorlar ama bir de şahitlik ederlerse, Türkiye'yi durdurma (ve Erdoğan'ı yok Işid'çi diyerek, yok Saddam gibi diktatör diyerek indirme planında) oyunbozanlık edeceklerini bildikleri için gelemiyorlar. Gelmiyor değil, gelemiyorlardı!



***


Gazi Meclis'ten sonra Külliye'ye gittik akşam. Türkiye'nin her zerresinden irili ufaklı yüzlerce, belki binlerce sivil toplum derneği, oluşum, örgüt, vakıf, topluluk... Pankartları, ilanları, çay ve içecekleri, yiyecekleri ile... Herkes bir arada, tam bir coşku içindeydi. Külliye'de külli nefse dahil olmuştuk. Padişahın sarayı dedikleri Beştepe'deki şu pankart ise her şeyi anlatıyordu: “Milli irade kampı!”



Çoluk çocuk, gençler, aileler içinde bir insan, vatandaşlar içinde bir vatandaş olmak... Nasıl da derman olmuştu hepimize. Diriliş dizisinin kahramanlarını alkışlayan ve onlara öykünen gençler ölümü göze alarak tankların karşısında durup darbeyi püskürttükleri için bu kez kendilerini alkışlıyordu.



İdeoloji, kimlik, hayat tarzı ve bu tip bizi ayıran tanım ve tasnif sosyolojisinin bir kez daha burada olanı açıklamaktaki yetersizliğine şahit oldum. Bir kriter varsa, kalp ile ilgiydi: Yaşadığın yeri bedelini ödemeyi göze alarak sevmek ile sevememek arasındaydı zulüm ile adalet ekseni.



Gezi sürecinde ne çok gereç yakılıyordu her gün, otobüsünden vitrinine, ne çok yol tahrip edilmişti, ne çok araç vesaire. Küfürler, hakaretler, alaycılık, sosyal medya slogancılığı ile bu podyum hareketi bizi birleştirmekten ziyade giderek ayrıştırmıştı. 15 Temmuz sonrası ise Türkiye'nin nefsi ile ruhu ilk kez birbirine yaklaştı. Askeri, polisi, halkı, siyasi partisi bir aradaydık meydanlarda. Dökülen kanlar can vermişti bize. İlk kez darlaşmıyor, genişliyordu kalbimiz. Yürek oluyordu!


#Gazi Meclis
#Fazlı Şahan
#Darbe girişimi
#TBMM