Hayır! Farklı kesimlerin bir araya gelmesini ve 'Başka Türkiye yok' sözünde buluşmak istemesini siyasette suçlularla uzlaşma / koalisyona bir göz kırpma üslubu olarak görmedim, görmüyorum. Yeni Şafak'ın bu çağrısına destek verenlerden biri olarak siyasi uzlaşmanın şart olduğunu da düşünmüyorum.
Bu çağrıya gelen eleştirilerden biri (mealen): Uzlaşırsak adaletin tecelli etmesini engelleriz, koalisyonu savunursak ülkenin hayrına hizmet etmeyiz, yine sinsi aktörler kendi ittifaklarını sürdürürler vs yönündeydi.
Aralık darbe girişimlerini, devletin en üst düzeyini böceklerle dinleyenleri, onlarca yalan haberi gece gündüz servis edenleri, uydurma gerekçelerle masum kişilere iftira atanları, yargı davalarındaki sahte delil ve usulsüzlükleri, tehdit ve şantajla siyaseti dizayn edenleri, barış ve çözüm sürecini sabote eden katliam ve suikastları işleyenleri, patlayan bombaların azmettiricilerini vs aklamak olarak görmedim bu çağrıyı.
Faizcileri, lobicileri, “seni başkan yaptırmayacağız” diye diye memleketin sinir uçlarıyla oynayanları, barış diye diye kan ile beslenenleri affedelim diye de değil bu çağrıyı desteklemem. Uzlaşmayı suçlulara karşı bir gevşeme olarak görelim, üstlerine gitmeyelim, görmezden gelelim diye de değil elbette. Hele hele şu anda memleketin hiç ihtiyacı olmayan bir siyasi koalisyon modelini halkımıza naif bir çağrı ile benimsetmek için hiç değil.
Şimdi bize lazım olan, sahiden de başka Türkiye'nin olmadığını ortak bir algıyla görebilmek. Her ne kadar her birimizin gönlünde farklı Türkiye tasavvurları da olsa, biz bir arada olabildiğimiz ölçüde bir Türkiye var. Nihayet bu somut gerçeği idrak etmeye bir davet olarak gördüm Yeni Şafak'ın çağrısını.
“Bu ülke hepimizin, gidecek başka yerimiz yok” demek: Siyaseti bu ülkenin vatandaşlarına dar etmeye çalışan suçluların görmezden gelinmesi demek olamaz, olmamalı da. Bir örnek vereyim.
Yıllar evvel, demokratik açılımın ilk dönemlerinde, Kürt siyasi hareketinden gelen ve ömründe pek çok acıdan geçmiş olan Ahmet Türk, 90'ların ceberut devletini kast ederek “17 bin küsur faili meçhulü dahi unutmaya hazırız barış uğrunda” mealinde bir konuşma yapmıştı. O vakit bunun bir niyet gösterisi olarak çok kıymetli olduğunu ama barışma ve çözümün adaletsizliklerin üzerini göz göre göre örterek gelemeyeceğini yazmıştım.
Başa dönersek. Elbette uzlaşmamız gerekmiyor. Böyle her siyasi kesimin ülkenin meselelerine dair aynı fikirde olması üzerinden bir dünya tasavvuru mümkün mü ki zaten? “Başka Türkiye yok” cümlesindeki bizi buluşturan çağrının ruhu, bana göre siyasette uzlaşma seferberliği değildi. Toplumun farklı kesimlerinde gönül diliyle bir buluşma paydasını bulmaya yönelikti.
Amaç koalisyon ihtimaline karşı siyasi bir orta yolculuk benimsenmesi değildi bana göre. Kutuplaşmamız ve çatışıp neredeyse iç savaşa gitmemiz doğrultusunda diplomatik bir barış dilini kullananların elinden en önemli kozlarını almaktı: Ruhsal, zihinsel kopuş ihtimalini!
Bugün bizler her saat başı kansız kıyımlarla birbirimize düşüp dururken bunun iç savaşa dönüştürmek için aportta bekleyen içteki ve dıştaki aktörlerin ne tür hilelere başvurduklarını alenen görebiliyoruz. Ruhsal ve zihinsel kopuşların geri dönüşü kolay olmuyor, olmayacak. Bu sebeple birbirimizle aynı fikirde olmaya değil, birbirimize tahammül etmeye dönük olarak algıladım bu çağrıyı.
Bir toprak parçasının vatan olması, memleket olması, hepimizin aidiyet hissedeceğimiz bir 'fetih mahali' olması şimdi ve burada diri bir ruh kuşanma şuuruyla ilgilidir diye düşünüyorum.
'İnadına muhalefet' şiarıyla özellikle Gezi'den beri durmadan hükümetin icraları aleyhinde siyaseti manipüle etmeye çalışan ve bu uğurda yalandan, iftiradan, karalama kampanyalarından, çarpıtılmış algılardan medet uman kesim ve kurumların sorgulanmaması ve sineye çekilmesiyle elbette adalet duygusu tesis edilemez. Ne toplumsal hayatta, ne gönüllerde.
Kişisel hayatlarda elbette birbirimize karşı haklılığımızdan birer tutam feragat etmek, barışma yolunda çok güçlü bir niyet beyanıdır. Hesaplaşmadan ziyade helalleşmeyle başlar bu niyet beyanı. Toplumsal arenada da keza böyle. Kimlikler, hayat tarzı ve ideolojiler üzerinden çatışma eğilimimizi ancak karşılıklı anlama çabasında olarak, affedici davranarak, birbirimiz için dua ederek, merhamette dayanışarak vs azaltabiliriz.
İşte bu anlamda acil bir çağrı olarak işittim acizane Yeni Şafak'ın çağrısını. Birbirimize hak vermesek de anlayabilme niyetinin beyanı olarak gördüm. Gerçekten de toplumsal hayatta sözgelimi aileler içinde son derece çetin kavgalar, küslükler yaşanıyor siyasetteki gerginlikler arttığında. Bunun en çarpıcı örneklerini vesayet döneminde yaşamış biri olarak, Erdoğan nefreti üzerinden yaşanan gerginliklerin çok daha şiddetli olacağını bilemezdim elbet.
Şimdi yazdıklarımdan ziyade şahsıma –ve benim gibi kendilerinden farklı düşünenlere- her vesileyle hakaretler yağdıran, iftiralar atan, insanlığımızı dahi sorgulayan tanıdık tanımadık dostlara rağmen aynı şeyi söylüyorum:
Hayır, aynı fikirde olmamız gerekmiyor, uzlaşmamız da gerekmiyor. Size sabırla katlanıyorsam, siz de katlanmayı deneyin. Körüklemeyin, ajite etmeyin, hiç değilse sataşmayın en azından. İşte bunları demek istediğim için Yeni Şafak'ın çağrısını destekledim, destekliyorum.
Ateşkeslerle barışın gelmediğini bilecek kadar çok tecrübe yaşadık bu memlekette. Uzlaşma sözünün salt koalisyon dönemlerinde değil; sözgelimi yeni anayasa taslakları üzerinden sivil toplumda bir araya gelerek epey yol katettiğimiz 2007 döneminde dahi nasıl bir takoz olarak kullanıldığını da yeterince gördük. Uzlaşma gibi, barış diye tutturanların nasıl savaşkan ve sataşkan bir üslup içinde olduklarına şahitlik de ettik. Bazı şiddeti diğer şiddetlere karşı meşru göstererek iç çatışmanın aleti olduklarını defalarca gördük.
Zaman, iliklerimize dek bu gerçeği sezebilme ve ortak bir dilde hayata geçirebilme zamanıdır: Türkiye'nin gönlünü hepimizi sığdıracak kadar genişletmek bize bağlı. Ama bu, adaletsizliklerin üzerini örtmekle mümkün olmaz.