Barışma niyeti, kendi haklılığından bir tutam kesip feda etme cesaretiyle başlar. Kendi haklılığından feragat etmek, karşındakiyle helalleşmeye dönene dek sabretmeyi bilmek de gerekir.
Bunlar elbet yetmez. Bir de esas olarak nedamet getirmek, özeleştiri yapmak... Karşındaki ne yaparsa yapsın, kendi kapının önünü temizlemek... Böyle yükümlülükleri de var barışın. Çünkü barış istiyorsan, bunu kanıtlaman gerek. Kendi küçük dünyandan başlayarak... Ve tabii bedel ödemeyi de göze almak gerek.
Özeleştiri bugüne dek devletten bir nebze gelmiş olsa da, terör örgütünden gelmedi. Özeleştiriye iştirak edecek olan nedamet ise ferdi bazda elbet yaşanıyordur fakat etkin bir kamusallığa ulaşmadığı sürece savaşan tarafları durdurmaya yaramıyor.
Barış bildirisi imzalayıp gece gündüz mayınları, canlı bombaları, uzun menzilli silahları kullanmayı mubah görmek barışmaya giden bir adım olamıyor, olamaz da. Zaten tarafların bir vakitler söz birliğine vardığı silah bırakma şartının hiçbir şekilde yerine getirilmeyeceğini daha yeni Kandil'den işittik.
Demirtaş ise şehit olmak isteyenleri Dağlıca'da nöbete yolluyor. Pek güzel. Elbette bu tip sözler de tabii kendi adına direniş uyguladığını söyleyen ama gece gündüz sivilleri bombalayan, savunmasız haldeki polisleri, askerleri katleden, hain pusulardan medet uman bir örgütün barış ile olan ilişkisine sağlam ideolojik bir arka plan devşirmeye yetmiyor.
Ne kalıyor geriye? Barış bildirisi imzalayıp barış yürüyüşleri yapma gösterileri dışında, gerçek anlamda elini taşın altına koyan bir irade mi? Saat başı yalan haberleri servis ede ede hiçbir güvenirliliği kalmayan aydınlar, yazar çizerler bu da yetmiyormuş gibi şahsi sataşmalarını sosyal medyada yayıp paylaşmaktan da en ufak bir vicdani rahatsızlık duymuyorlar.
Savaşı kızıştıran her nasılsa şahıslar oluyor bu kez. Orduda askerler boşuna ölüyor diyenlerin pek çoğu aynı zamanda “haklı dava için Kandil elbet savaşmalı” diye naralar atıyor. Elbette “örgüt silahlarını bırakmamalıdır” diye iki yıl boyunca yazıp çizdikleri gibi.
Devlet nihayetinde bir aygıt, topyekun imha etmekle yükümlüdür kendisine gelen şiddet ve tehditleri. Aygıtların da vicdanı yoktur. Aydınlar ise vicdanı olan birer ferttir. Kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi olmayan hemen herkes hakkında ulu orta hakaret etmekten, küçümsemekten, iftira atmaktan, nefret saçmaktan geri duramıyorlar oysa.
Ki barışma umudumuz asıl olarak bu çatışmacı tavır nedeniyle bir türlü gerçeğe dönüşemiyor. Her olayda otomatiğe bağlı bir vaziyette devlet ne yapsa yanlıştır kötüdür, zulümdür diye bakan bir aydının önüne gelen her çarpıtma ve yalan haberi gözü kapalı olarak gerçek diye paylaşması: Onun savaşa nasıl alet edildiğini gözler önüne aleni olarak serdi, seriyor.
Gelgelelim bu da nedamete, yalan haberleri çoğaltıp kasıtlı niyet okumak yüzünden duyulan insani bir pişmanlığa veya minik bir özre dahi dönüşemedi barış yanlısı olduğunu söyleyen aydınlar tarafından.
Halk savaşını halkını katlederek yürütmenin gerçek anlamda bir zafer olma ihtimali yok. Bu hırs ve kibir yüzünden gencecik hayatlar kararıyor. Nefret etmeyi öğrenen kuşaklar muhalefet etmenin ön şartı olarak kodluyor nefret etmeyi.
Muhalefet etmekle hayatın maneviyatını bulan kişi ve kurumlar ise öfke ve nefretlerini vekalet verdiği gençleri savaştırıp hayatlarını bitiriyor. Gencecik çocukların kanı toprakta pıhtılaşmıyor bir türlü. Her birinin katli iç dünyalardaki nefret ve kinin tezahürü.
En yaralayıcı olanı da gençlerin acımasızca öldürülmesinde payı olanların siyaset ve ideoloji yapmaya devam etmesi. Kimileri adalet kıstasını dikkate alma gereği duymaksızın böyle kör gözüm parmağına muhalif olanları eleştirirken onları bu memleketin iyiliğini istemeyen yabancı olarak vurguluyor.
“Memleket elden gidiyor, siz bir adama olan nefretiniz yüzünden her şeyi onun üzerine atıyorsunuz, oysa aynı gemide batıyoruz” vesaire diyorlar. Buna büyük oranda katılmakla birlikte: Muhalefet edenlerin de isyan edenlerin de yabancı olduklarına pek katılmıyorum.
Buralı olmak; yerli olmak... Ne derseniz deyin; içinde her çeşidi barındırıyor çünkü. Varsın Cuma namazının farz olduğunu bilmesin! Varsın şehit olmanın neye şahitlik anlamına geldiğini, neyi dirilttiğini hiç düşünmemiş olsun: Yerli olmak her şeyden önce vicdanın terazisini adalet denilen birimle tartma mahareti anlamına gelmeli.
Çünkü yerli olmanın esas birimi: Her şeyin yerli yerinde olması niyetidir. Ahlaken ve vicdanen yerli yerinde olmayan her şey zulümdür. Ve zulüm insanın kendisine yabancılaşmasıdır esas olarak.