Şam akşamına bir mum!

04:0021/11/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Yıllardır ateş hattında Şam. Bizler oraya ilk gittiğimizde, on yıldan fazla oldu, hayatımın en kutlu anlarından birini yaşamıştım. Bana kıbleyi ilk işaret eden o zatın, o hak dostunun, kısacası Şeyhü'l-Ekber namlı İbn Arabi hazretlerinin türbesine varmak nasip olmuştu çünkü.Görünüşte alelade bir andı. Türkiye'den gelen bir aydınlar grubu olarak temaslarının ardından türbe ziyareti de yapacaktık doğal olarak. Fakat benim için gitgide gür bir sese dönüşerek hiç kesilmeyecek bir yankıya dönüşecekti

Yıllardır ateş hattında Şam. Bizler oraya ilk gittiğimizde, on yıldan fazla oldu, hayatımın en kutlu anlarından birini yaşamıştım. Bana kıbleyi ilk işaret eden o zatın, o hak dostunun, kısacası Şeyhü'l-Ekber namlı İbn Arabi hazretlerinin türbesine varmak nasip olmuştu çünkü.

Görünüşte alelade bir andı. Türkiye'den gelen bir aydınlar grubu olarak temaslarının ardından türbe ziyareti de yapacaktık doğal olarak. Fakat benim için gitgide gür bir sese dönüşerek hiç kesilmeyecek bir yankıya dönüşecekti bu ziyaret.

Sonradan her şeyin ucunun her şeyle bağlandığını fark etmeye başladığımda İstanbul ile Şam hattını gönlümde kesintisiz bir dilek gibi birleştirmeye başlayacaktım. Meğer gönül şehrimizde saraylar kurup içindeki sultana ulaşmak için ille yeryüzünde kilometreler katetmek gerekmiyormuş.

Ol sultan bir imiş. Genişledikçe gönül...

O zamanlar İbn Arabi'nin gönül şehrimde yaktığı çerağ titrek bir mum ışığı gibiydi. O alevi harlayıp yükseltecek olan ise 'En sevgili'nin cılız alevleri titreştiren, görmeyen gözleri kamaştıran, içten dışa içe... nurundan bir nefes çekmek olacaktı. Ki elan o nefesin içindeyiz. Ol ateşten açılan güller gibiyiz.

Şam'a gelmeden birkaç yıl önce Üsküdar'ın azizi Mahmut Hüdai hazretletinin türbesine ilk yaptığım ziyaret arefe gününe denk gelmişti. Hayatımın ilk abdestini orada aldıktan sonra avuçlarımı semaya döndürmüş bir dua etmiştim. Nereden bilebilirdim o duanın içinde yıllar sonra Kabe'yi ilk gördüğüm vakit edeceğim duanın mevcut olduğunu...

Böyledir işte. Her diyarın bir velisi vardır. Duanın içinde dualar, yol üzerinde yollar vardır. Yeryüzünün tüm şehirlerini birbirine bağlayan gönül sultanları, bizi kendi hakikatimizin nuruna yaklaştırırlar.

Resulullah'ın damgası ile tasdik edilen her temsil, kainatı gönül kılmamız için bir çağrı olur, yankı olur. Bazen sesli bazen sessiz bir davet olur.

Evet canlı sözlerin yankısının her adımda işitildiği bu topraklarda şehre dualarla, salat ve selamlarla girilir daha ziyade. Türbeler, kabristanlar karşılar sizi. Adını hiç duymadığınız pirlerin kabrine giden yolları gösteren tabelalarla doludur Anadolu yolları.

Peygamber'leri sahabeleri selamlar, içeri girersiniz. Yine avuçlar açılır semaya. Eğil'de, Kudüs'te, Bağdat'da, Halep'de, Antakya'da, Niğde'de Kayseri'de, Bartın'da, Kastamonu'da, Isparta'da... Dağ başlarında, dağ eteklerinde, ya da düpedüz kalabalık caddelerin bir köşesinde... Adı bilinmez velilerin nefesine çekiliverirsiniz.

Bazen sözgelimi Bursa'dan Manisa'ya ya da İstanbul'dan Bolu'ya giderken selamladıklarınızla saat mevhumunu yitirebilirsiniz. Ne patika engel olur bu aşkın yolculuğuna, ne otoyol, ne yolları aşındıran onca tır kamyon. Yüz kırkla giderken ansızın sapağı döndürüverirler size.

Uzaktan kokusunu salan her aşk şahidi gönül şehirlerimizin hudutlarını kaldırır, bizi yönsüzlüğe döndürüverirler. Bazen de altın kaplamaların, oymaların, hat ve tezhiplerin arasında, huşu içinde, kalabalıklar arasında tek başına ileri geri sallananların, dudak kıpırdatanların içinden, yoğun enerjilerden, kalp çarpıntılarından, şelale gibi akan gözyaşlarından, dilek şart ve gereklilik kiplerinden geçersiniz.

Göçmüş olanlardan öte yaşayanlarına da varırsanız pirlerin... bir şehirden diğerine.... Her durak, kervan, her yolcu, hancı onun yüzünden yansımaya başlar. Dosdoğru olma gayretindeki o yolcudur ki “nereye dönerse O'nun yüzü”nün yankısını indirmeye de başlayacaktır gönül semalarına.

Dönelim tekrar Şam'a. İbn Arabi hazretlerinin sandukasında bir mırıltı olmuştum giderek. Kendi içime kapandıkça ufkum genişliyordu. Şu dizelerini mırıldanıyordum bir yandan:

“Benim ayrılık içinde olmam daha tatlı / Kavuşma içinde kucaklaşmaktan onunla. / Çünkü kavuşma anında nefsimin kölesiyim ben / Oysa ayrılık anında Sevgilimin kölesi...”

Yıllar sonra Yahya Şirvani hazretletinin Bakü'deki türbesinde elan o nurlu nefesin içindeydim. “Beni zikret, seni zikredeyim” kelamının en büyülü anlam katmanlarından birinde, meşalelerden güneş doğmuştu Bakü'nün göğünde. Kalbim duracak gibi oldu. O'nun sevdiği ile O'nu seven 'bir' vücud ise, bunu ispat etmeye olan şevkim katlanmıştı. Tutundum iyice. Düşmemek için.

İsimim usul usul siliniyordu hafızamdan. Ben'lerden Sen'lere upuzun bir çevre yoluydu belki bu. Çağrıldığımız bütün isimleri meçhul kılacak bir sessiz çağrı, yaktığımız bütün ateşlerde bizi kül edecek bir mum alevi, ne derseniz deyin!

Gönül saray olacak, saray şehir, yeryüzünün bütün şehirleri alem, alemler nefes, nefes emir... Türbeden çıktıktan sonra karayelleri göreceğiz daha. Kehribarı, kızgın kumlarıyla Hicaz çöllerini... Romanlar yazacağız daha. Başkası olduğumuz yerlerde, bin yıllar geçse de varlığın hiç değişmeyen yüzüne şehir ışıklarımızı tutacağız...

Medine-i Münevvere'miz inşa oldukça içindeki sevgiliyi övmek için hakikatin en saf anlamları genişleyecek. Sözlü ve sözsüz ayetler gibi açacağız, açılacağız. Işıkla değil nurla aydınlanmayı öğrendikçe, tüm doğularda batılarda gönül şehrimizin sultanı bizi bir kılacak.
#Yahya Şirvani
#Medine-i Münevvere
#Şam