Dağlıca saldırısı yürek yakarken... Nasıl Hrant Dink'in asla kast etmediği bir cümle yüzünden gözümüzün önünde Türklüğü aşağıladığına hükmetmişlerdi... Nasıl hiç kimsenin gücü yetmemişti onun katledilmesine engel olmaya... Erdoğan için de böyle asla kast etmediği sözleri bağlamından koparıp çarpıtarak gece gündüz servis ediyor kimileri.
Öylesine körleştiriyor ki bu nefret, canlı yayında duyduklarını dahi çarpıtan, yalan haber yayan medyanın haberine inanmak; kulaklarıyla duyduklarına şahitlik etmekten daha kolay geliyor bazılarımıza. Özellikle Gezi kalkışmasından beri bu örgütlü bir iftira atma yöntemi. O kalkışma ki, bir akşam vakti başbakanlık ofisine saldırıp yakıp yıkacak olmak dahi hoş karşılanabilmişti. Onca şiddet, hakaret, küfür ve iftiraya bel bağlayanların 'muhalefet estetiği' adına!
Bugün bu ülkenin halk tarafından yüksek bir oyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanının sözlerini sabah akşam çarpıtanlar ise gencecik çocukların Erdoğan nefreti üzerinden hayatlarının sönmesine meşruiyet kılıfı giydiriyorlar. “Bu kanlı çatışmaları Erdoğan'ın başkanlık ve saray hırsı başlattı” diye korkunç bir yalanı örgütlü biçimde her olayda kullanıyor ve gerçeğe şahit olmamıza rağmen bu yalanı durmadan yayıyorlar. Nihayetinde savaş devam ediyorsa, bunun mubah olduğuna dair bir yanılgı oluşturuyorlar bu çarpıtma algılarla.
Ne de olsa Erdoğan nefreti bütün bu suçları mubah hale getiriyor. Artık daha çok kişi dağa çıkabilir, eline silah alabilir bu durumda. Ve yine artık daha çok kişi barış mitingleri yaparken, barış bildirilerine imza atarken: Yollara daha çok mayın döşenebilir, araçlara daha çok patlayıcı yerleştirilebilir, daha çok sayıda genç canlı bomba olarak kendini ve sivilleri patlatabilir, daha çok uzun menzilli silahlarla karakollar taranabilir, sokaklarda sivil halk savaşı başlatılabilir!
“Seni başkan yaptırmayacağız” dedikten sonra bütün barış bildirilerine imza attığınızda insan hakları savunucusu kesilebilirsiniz. Velev ki, Erdoğan'ı alaşağı etmekten bahsedin, demokratlığınıza, insanlığınıza halel gelmez. Böylesi bir körleşme hali işte.
Bu kadar da olmaz, bir insaf sınırı vardır sanıyorum, her şey bu kadar yanlış devam edemez diyorum. Yine de hayır, devamı geliyor. Hiçbir tarafın 'elemanı' olmayan bizim gibilerin tarihe kayıt düşmek gibi bir sorumluluğu var en azından. Bu göz göre göre çarpıtma öyle şeytani bir hal aldı ki: Ne siyasetten, ne ideolojiden, ne şundan bundan bahsedilemez artık. Biraz aklı, vicdanı, gerçeği anlama niyeti olanlar buradaki gerçeklere şahitlik etmek zorunda, gelecekte de edecek.
Geçen gün bizzat tanıklık ettim. Pusuya düşürülen trafik polislerini ve sivil haldeyken katledilen emniyet görevlilerini kast ederek taziye bildiren bir vatandaşa dahi tahammül edemedi nefretin körleştirdiği bir demokrat: “Bu ülkede asker ve polisin ne yaptığını da biliyoruz.” Böyle dedi taziyeyi bildiren kişiye.
Pusuda hunharca katledilen polislerin birer adı olduğunu, her birinin hayat hikayesi olduğunu, şahısları hakkında en ufak bir suç kanıtına sahip olmadan onları “sarayın polisi askeri” diye kodlayarak bu ülkenin gencecik şehitlerini karalamaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir kaba genellemedir böyle?
“Sarayın askeri ve polisi” diye nefret körükleyenlere onların örgüt tarafından katledilen bu milletin evladı olduklarını hatırlatmak gerekiyor. Üstelik de Türk Kürt ayrımı yapmadan... Tıpkı Erdoğan'ın Anayasa yapmak için gerekli olan 400 vekil sözlerinin baştan beri tamamen çarpıtılması ve onlarca katliamda bir gerekçe olarak yeniden ve yeniden çarpıtılarak servis edilmesine karşı çıkmak zorunda olduğumuz gibi.
İşte bu orantısız nefretiniz masum gençleri ceberut sistemden ayrı, kendilerinden menkul, kanlı canlı birer şahıs olduğunu göremeyecek hale getiriyor. Nefret öyle bir itibar kaynağı, öyle bir meşruiyet kaynağı ki. İsterse cumhurbaşkanının meskenini dinamitleyebilir, onu Çankaya gibi temsiliyeti bugünü kuşatamayan binaya geri tıkabilirsiniz, meşru olur!
İçimizde on yıllar boyunca birikmiş bir başka nefret daha vardı; askeri vesayet. Bu vesayeti bitirme mücadelesinde sıkı bir kenetlenme olmuştu. Sonradan bu haklı mücadeleye bazı skandal davalarda kimi sahte deliller katarak, doğrularla yanlışları iyice karıştırarak başka bir amaç güttüğünü fark edecektik devlet içine yerleşen güçlerin.
“Asker ne yaparsa vesayet için yapar” şablonu yüzünden (velev ki bu bir vakıa idi) olur olmadık her vukuatta onları suçlamak mubahtı nasılsa. Ve zaten asker hükümetleri hiçbir zaman özgür bırakmamıştı vesaire. Hal böyleyken bu haklı algımızı suiistimal ederek bizleri kendi çıkarlarına alet edenlerin mevcudiyetinin geç farkına vardık.
Elbette sadece Hrant'ın katledilmesi bile başlı başına bu vesayet sisteminin bir kanıtıydı. Aslında buna böyle inanmamız istenmişti. Bugün de olmadık pişkinliklerle ve çarpıtmalarla günden güne tırmandırılan Erdoğan nefreti üzerinden iç savaş ateşine odun taşınıyor durmadan. İç savaş çıkarsa timsah gözyaşı dökenlerle aynı safta kalacak olanlar, hiç değilse bu kez muhasebe yapmaya başlasa daha geç olmadan.