Kültür politikasında hedef altın nesil değil altın insan olmalı

04:006/12/2016, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Leyla İpekçi

Devletimizin kültür ve eğitim politikalarında mesafe katedemediğini söyleyerek özeleştiri yapması yine geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diliyle oldu. Bizim de acizane gerek yurt içinde gerek yurt dışında yapılması gerekenlere sık sık 'canlı izle'yerek yazılarımızda değindiğimiz en kritik nokta bu!



Özellikle kültür ve sanatın farklı alanlarında bizzat içeriden tecrübe ettiğimiz gibi; devlet nezdinde yetersizliklerin ve eksik uygulamaların iyileştirilmesi doğrultusunda yöntemler, yaklaşımlar önermeye devam ediyoruz. Ola ki işiten olur diyerek.



Evet daha geçtiğimiz hafta deniz turizmiyle meşhur Antalya'ya ruh üfleyen 'maşukların nefesi'nden bahsetmiş ve Batı Torosların çok farklı meşrep ve silsileden gelen sayısız arif ve velisine dair bazı aktarımlarda bulunmuştum. Elmalı'daki uluslararası sempozyumlara Finike'de başlatılan Sufi yolu projesiyle gerçekleştirilen başarılı çalışmalara değinmiştim.



Eğer kültür devrimini hedefliyorsak, medeniyetimizin değerlerini ihya etmekten dem vuruyorsak: Önce bu toprakları asırlar boyu kültür mahfiline dönüştürmüş büyük mutasavvıf sanatçıların bir çağa, bir topluluğa değil tüm zamanlara ve insanlığa hitap eden sesini işitmekle başlamalıyız.



Çünkü varlığın mertebelerini kendinde cem eden kâmil insanın nefesini çekmeden medeniyetin yapı taşları döşenemiyor. Medeniyeti diriltecek hakikatin kaynağı kitaptan değil insandan çekiliyor. Her fırsatta zikrettiğimiz gibi satırları sadra geçiren ve Kuran'ı mushaf olarak okunmaktan öte tabiri caizse 'canlı izlettiren' insan-ı hakiki'den!



***



İmdi devletin içinde kadrolaşmaya çalışan ve kendi ideolojisini, cemaatini vs öne çıkararak 'yer tutmaya' çalışan çok geniş bir yelpazede gruplar, örgütler, cemaatler var. Sanıyorlar ki bürokrasinin üst düzey kadrolarına kendi elemanlarını yerleştirdiklerinde bir ülkenin gelecek nesillerini altına çevirecekler, ya da kültür ve sanat konunda kemale ermiş / erdirmiş olacaklar.



Bu yanılgı, büyük ölçüde cemaat sosyolojisiyle besleniyor aslında. Filan cemaate girdiğinizde sırf o aidiyetiniz ve itaatkarlığınız vesilesiyle kültürlü bir sanatçı, maneviyatı güçlü bir aydın olacak ve dindar nesiller yetiştireceksiniz gibi bir algıya muhatap oluyorsunuz. Böyle olur sanıyorsunuz.



Oysa hayatın içinde, eşyaya ve insana hakkını vererek bakınca... Aşksız sanatçının eserlerinin asırlara dayanamadığını görürsünüz. Kalbin kara nurundan harelenen gerçek; sanatçının aşkıyla ifadeye bürünür. Okumakla değil, aşık olmakla başlıyor sanat. Yakinen bilmediğimiz gerçeğin emaneti bizim sanatsal ifadelerimize ne kadar bürünebilir ki zaman ve mekanları aşabilsin!



Gerçeği / maneviyatı kendi tekelindeymiş sanan her tür cemaatin soğuk nefesle aşk ve irfan medeniyetinin asla dirilmediğini kayda geçirmemize vesile olacak nice örnekler var. Nihayetinde kültür ve sanat politikalarında gerçek bir hamle, uyuyan insanın uyanmasıyla mümkün. İnsanlığın tekamülüne katkı sunacak, eşyanın hakikatini bilmeye aday, ilmini dönüştürerek kendi gönlünden bilgi üretir hale gelecek Altın İnsan'ı hedeflemeliyiz eğer kültür devrimi istiyorsak!



***



Bu toprağın mayasında binlerce hak aşığın sanatını ve yaşantısını 'tamamlanmış model' olarak ele alabiliriz. Ve görürüz ki tek bir kamil insanla bazen toplum dirilir. O kamil ki Resulullah hakikatinin noktası; Hakkın eli, ayağı, gözü, dili olmuştur ve artık bir şahıs değil, 'benliksiz makam'da bir mânâ eridir! Varlığın membaıdır. Tohumdur. Merkezdir. Bu sebeple muhiti de kendine dahil eder.



Kütahyalı Sunullah Gaybi ve Dönemi adlı eser tam bunları yazarken önüme geldi. Bilal Kemikli ve Ergin Ögcem'in hazırladığı / editörlüğünü yaptığı ve pek çok uzmanın metinleriyle katkı sağladığı bu çok kıymetli çalışmayı Dumlupınar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınlamış.



Kütahyalı Gaybi hazretlerinin ve oğlu Çavdaroğlu Mufti Ahmed efendinin -ki Elmalı'da Sinan Ümmi'nin dervişlerindendir Mısri hazretleri ile birlikte- hayatına bakınca 16ıncı ve 17inci yüzyılların ruh iklimine ulaşabiliyoruz, Halveti şiir geleneği içerisinde Gaybi'nin sesini ve yankılarını izlemeye başlayabiliyoruz.



Hangi mutasavvıf sanatçıyı alırsak alalım, neticesi böyle. Kesintisiz bir akış, devam ediş. Manevi şahsiyetlerin menakıplarına, divanlarına veya yaşantılarına baktığımızda, tarihi yorumlamaktan farklı bir bakış açısına bu sebeple ihtiyaç duyuyoruz. Onların bıraktığı sanat dönemi yorumlamaktan ibaret değil; çünkü geçmişi bugüne getiriyor, en çağdaş terkiplerin kaynağına ilham oluyor.



***



Elmalı'nın büyük mutasavvıflarını canlı maşuklar eşliğinde anarken, Gaybi ve dönemine ait bu çalışma gibi bir de Elmalılı Vahip Ümmi'nin divanının yeni baskısı ulaştı önüme. (Elmalılı Vanib Ümmî Halvetî / Divan-ı İlahiyat. H yayınları. Haz: Mustafa Tatcı - Ahmet Ögke) Bir tefeül yaptım ve meramımı anlatacak şu dizeleri aktarmayı borç bildim:



“Bir elif'den sor bana gel zâtının miracını / Mürşid olmaz kimseye bu yolda mimar olmayan / Adetullâh böyledir şekk eyleme bu tevhide / Mazhar olmaz zâtına maksûd-ı dizâr olmayan...”



Evet ruh medeniyetine bizi ulaştıracak olan bir aidiyet kimliğiyle toplu irşad değil, talibin gönlüne nasibi ölçüsünde düşen aşk ile dönüşmesi ve irfana ulaşmasıdır. Nesillerin kemali, altın nesli hedeflemekle değil, ferdin insan olmasıyla amacına ulaşır. Bunu da celal ve cemal eliyle yoğurarak yapacak olan mürşid-i hakikidir.



Kültür ve sanat alanında devletin halka soyut somut imkanlar tanıması elbette çok gerekli. Fakat Hak ehli insan yetiştirmenin anlamı idrak edilmediği sürece Erdoğan'ın samimiyetle yaptığı gibi özeleştirilere devam ederiz.




#Kültür politikası
#Cemaatler
#Gaybi