Kitaptan fuara, sanattan sektöre...

04:009/05/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Leyla İpekçi

Hafta sonu Malatya Kitap Fuarı'nda imza ve konuşmaya katıldım. Hemen her hafta bir şehrimizde kitap fuarı düzenleniyor artık. Malatya iki yıl önce geldiğimden beri bile değişmiş. Giderek güzelleşiyor, dinamizm kazanıyor, küreselleşiyor her anlamda. Diğer pek çok Anadolu şehrinde gördüğüm değişim burada da son hızıyla devam ediyor.



Elbette bugüne dek şehircilikten çevreye, kültürden estetiğe bu dönüşümün olumlu ve olumsuz yanlarına (kendine has özellikleri olan şehirlerin gelişme adına giderek birbirine benzemeleri vesaire) değinmek ve kayda geçirip yapıcı eleştirilerde bulunmak bizlerin görevi. Bu sefer de durum farklı olmadı. Önce yayıncılığın birkaç dönem evvelinden başlayalım.



***


80'li yıllardan beri basın ve yayıncılık dünyasında olan benim gibi biri için gerek yayın sektöründe gerek yazarlık anlayışında yaşanan hızlı değişim kayda değer pek çok gözlem içeriyor. 98 yılında bir edebiyat yarışmasına yolladığım dosya birinci seçilince onu kitap olarak elime almıştım. Zira ödülü bu idi.



O zamanlar ne bu kadar yazar vardı ne de kitap yayıncılığı gerek anlayış gerek teknik olarak bu kadar gelişmiş değildi. İnternetin henüz icat edilmediği dijital hayat öncesi bir dönemden bahsediyorum. İlk kitaplarımın okurla yüz yüze buluşması da o dönemin yegane kitap fuarı olan Tepebaşı Kitap Fuarı'ndaki imza günlerinde gerçekleşti hep.



Derken AVM'ler girdi hayatımıza ve belli başlı kitapçılar oralarda şube açarak okur yazar buluşması düzenler oldular. Ama AVM'lerdeki kitapçılarda katıldığımız imza günleri kadim buluşmalardan çok farklıydı. Okurlarla samimi ortamdaki sohbetlerin seyrini müşteri memnuniyetini gidermeye çalışan mağaza yetkilileri belirler olmuştu. Okurların yerini artık müşteriler almıştı evet.



2000'li yılların ortasında aniden ivme kazandı bu değişim. Kitap basmak teknik olarak kolaylaştıkça yayınevlerinin sayısı arttı ve bu artış doğrultusunda daha fazla kitabın basılması karlı bir sektör halini almaya başladı. Hal böyle olunca yayın dünyasının yeni yazarlara olan ihtiyacı arttı.



Eskiden editörler kendilerine yollanan kitap dosyalarını seçmekte çok titizlik gösterir, aylarca geri dönmezlerdi yazara. Dosyalarınız hakkıyla değerlendirilemeden bir köşede unutulabiliyordu. Şimdi ise ortada o kadar çok yazar var ki, basılan onca kitap arasında basılmış halde raflarda unutuluyor yayınladığınız eserler!



***


Küresel kapitalizmin bu ruh halinden elbette kültür sanat piyasası da kendine düşen payı alıyor. Sanatın hemen her alanı sektörleştikçe taliplerden ziyade tüketiciler belirler olmuştu yazarın sanat anlayışını.



Sanatçının anlamak, yaklaşmak, adanmak, odaklanmak, biricik bir ifade biçimi geliştirerek kendine has olanı gerçekleştirmek, hakkını vermek, gibi niyeti de dönüşüyordu büyük oranda. Kendini göstermek, şöhret olmak, para kazanmak gibi daha satıhtaki niyetlere kilitleniyordu. Pazarlama teknolojisinin albenili davetlerine rehin bırakıyordu artık eserler muhataplarını.



Evet çok satanın zımnen sevildiği, çok pazarlananın otomatikman güzel kabul edildiği eserlerden oluşan dev bir kültür sanat piyasamız var. Ki kitap yayıncılığı da özellikle son yıllardaki fuar organizasyonlarıyla beraber bu dönen çarktan fazlasıyla nasibini alıyor.



***


Yayıncıların “en çok roman satılıyor, biz de roman basalım” anlayışıyla hiç zevki ve tecrübesi olmadan bir iki kurs gördükten sonra roman yazmak durumunda kalan yazarları teşvik etmesi sayesinde sektör giderek gelişti. O kadar ki, dünyada bile kitap satışında üst sıralarda yerimizi aldık nihayet!



Edebiyatın ana malzemesinin dil olduğunu ve romandan giderek koptuğunu söyleyerek eleştirsem de bu gidişatı... Anlamın ve formun dille belirlendiği bir ifade biçiminin hiç dikkate alınmayarak tahlil ve çağrışım yöntemleriyle olayların art arda dizilmesinden oluşan kurgu anlayışının sığlığından dem vursam da... Bu kolaycılıkla belli bir zevk edinmenin anlamsızlığını ve bizi derinleştirmeye, dönüştürmeye elverişli bir imkan sunmadığını böyle kibar kibar cümlelerle söylesem de... Zamanın ruhu bu.



***


Evet Malatya'ya dönersek. Bu şehre gönül ve hizmet vermiş başkan Ahmet Çakır'ın da himayesiyle düzenlenen ve her kesimden rağbet gören kitap fuarında pek çok kültürel etkinlik gerçekleşiyor hafta boyunca.



Kitaplarımın yayıncısı olan H yayınlarının standına tanıdık tanımadık gelen okurlar arasında en çok duyduğum sorulardan biri şu oldu: Bu kitap ne anlatıyor acaba? Bu son derece ilgiliymiş gibi duran sorunun altında yatanın ne olduğunu tahlil edecek kadar tecrübemiz var.



Okumakla vakit kaybetmeyeyim de, kısaca bir bilgi edineyim, üzerine iki tivit atar, bir iki yerde söz ederim, kültür tüketimimi gerçekleştirmiş olurum diyerek tatmin bulmayı umuyor okur müşteriler. Öyle ki “romanınızda ne anlattınız, biraz bilgi verin” diyen bir öğretmene şunları demek zorunda kaldım:



Bilgi edinmek için google'a girebilirsiniz. Roman bilgi edinmek için okunmaz öğretmenim. Sizi zevk etmeye, esinlemeye, kendi gönlünüzdeki bilgiyi harekete geçirip sizi dönüştürmeye aday herhangi bir kitap eğer özet olarak anlatılabilseydi onu yazmaya ne gerek var ki!



Allah aşkına dedim gelen gençlere, kitabı açtığınızda içinden ölü bir metin çıkarmayın, insan çıksın. Canlı söz! Kimi üç boyutlu kitaptan bahsediyordu, kimi kendini şair olarak tanıtıyordu.



Biziz onların aynası. Sunduğumuz yayıncılık anlayışıyla insanlığın tekamülüne katkı sağlamanın neresindeyiz? Medeniyetin yapı taşı olan kültür ve sanatın mana dilini nasıl konuşuyoruz? Peki roman yazarak şöhret bulmak için can atan gençlere oluk oluk kitap sattığımızda medeniyetimizin emanetini hakkıyla teslim etmiş oluyor muyuz? Ya sonrası?


#Kitap
#Fuar
#Sanat
#Malatya Kitap Fuarı