İrfan ve aşkın sözcüleri değil, icracıları olur!

04:0026/12/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Medeniyetlerin ömründe, toplumun ruhunu oluşturan ana malzeme 'güzel insan'dır şüphesiz. Güzelliğin bir medeniyetin ana izleği olabilmesi için insanın aslıyla buluşması, suyu kaynağından çekmesi gerekiyor. Rızkın kaynaktan geldiğini idrak ettiğinde, ömre ömür katılıyor kuşkusuz.Şimdi İzmir'de, körfeze bakan bir balkondayım. Hemen her gittiğim şehirde geçmişin ve bugünün hayatını bir arada yaşayan Anadolu'dan çekilişini seyrediyorum kaynak sularının. Fakat umutsuzluğa kapılmanın anlamsızlığını da

Medeniyetlerin ömründe, toplumun ruhunu oluşturan ana malzeme 'güzel insan'dır şüphesiz. Güzelliğin bir medeniyetin ana izleği olabilmesi için insanın aslıyla buluşması, suyu kaynağından çekmesi gerekiyor. Rızkın kaynaktan geldiğini idrak ettiğinde, ömre ömür katılıyor kuşkusuz.

Şimdi İzmir'de, körfeze bakan bir balkondayım. Hemen her gittiğim şehirde geçmişin ve bugünün hayatını bir arada yaşayan Anadolu'dan çekilişini seyrediyorum kaynak sularının. Fakat umutsuzluğa kapılmanın anlamsızlığını da biliyorum. Çünkü sevenleri görüyorum. Her diyarda. Ne pahasına olursa olsun sevebilenler, can taşıyor kurumuş kuyulardan şehrin caddelerine, şehirlerarası otobanlara.

Güzelin kemali sevmekle gerçekleşiyor, evet. Sevemeyenlerin şehrinde kadavra medeniyeti hüküm sürüyor ancak. Sevemeyen, sahte sevgilerle kendini avuturken, kendini hakkıyla sevdiğine verememek zulüm oluyor. Bizi de bu zulme bazen şahit tutuyor, bazen ortak. Güzele odaklanamamak, onu kendi dilinde övememek, onu varlığın her bir aşamasındakilerin nasıl selamladığını işitememek... Kainata dalga dalga yayılan zulüm. Her şeye.

İzmir sahillerinde çimene uzanmış gençlere bakıyorum. Kimi bir şeyler okuyor, kimi yiyor içiyor, kimi muhabbette. Patlayan bombaların sesi pek duyulmuyor. Fakat aralarında dolaştıkça aynı çatışma ve kavganın bir başka dilde burada da devam ettiğini görüyorum kaçınılmaz olarak. Çünkü sevememek hepimize hakim. Ve ardında yatan hep aynı: Kendini başkasına verememek, kendinden verememek, vazgeçememek. Ve bunun tezahürü olarak da sen ben davasında Hakkı hep kendine izafe etmek.

***

İnsan yeryüzünde kan dökücü. Ama yeryüzü halifesi olmaya aday. Bu çelişki gibi görünen gerçeğin ardında ne var? “Ben çok eskiden sana gönül vermiştim. Gel ey sevgili, gel de şimdi sana canımı vereyim” diyen bir Mevlâna'nın (ks) sesini vahyin dilinde nasıl işitelim? Canını verenin kanı nereye akar? Gayrıda kimse ve hiçbir şey yoksa kan kimindir? Birbirimizi sevmedikçe iman tam olamaz sırrının kalbinde bir kandil gece gündüz neyle yanmaktadır?

“Müminin kalbi Hakkın aynası” ise: Bunun bâtın manasını ehli yüzünden hâl ile yaşatmak için vardır mürşid-i hakiki. Aşk ve irfan yolcusu, bu 'gerçek er'in temsil ettiği ve kendinde topladığı sahih manayı kuşanarak Resulullah hakikatini ispata / yaşamaya yönelir.

Eroğlu Nuri'nin (ks) şu dizelerini de canlı tefsir eder o vakit:

“Gel bu nefsin zulmetinin tozunu sil aradan Kanda baksan gözlerine görünen ol Yaradan.”

İmdi bu yola baş koyanlar benliklerinden soyunmaya... derviş bile olmaya değil, bir şey olmamaya niyet ediyorlarsa... Yokluğa doğru seyrederken 'benlik kapanları'na yakalanmama gayretinde olmalılar kuşkusuz. Biraz egosu kamçılanınca itiraz ve inkara yönelmek. Kendini savunmak. Güven ve teslimiyetten uzağa savrulmak çok mümkün. Hiçbirimiz bundan azade değiliz nefsin alt mertebelerinde gezindiğimiz sürece.

Nefsin zulmetinin tozunu silme yolunda hadi biraz daha ileri gidelim o zaman. Nafilelerle Hakka yaklaşan kulun sevilmesi ve sevildiğinde Hakkın işiten kulağı, gören gözü vs olması nasıl mümkün? Kendi isteğiyle nafile ibadet yapanlar mesela bunu yine nefislerinden yapmış oluyorsa: Nasıl terbiye olacak, teslim alınacak bu nefs?

Elbette o temsil makamına ulaşmış Hak erenlerin, bir mürşid-i hakikinin emrine girmekle. Ona sorgusuz boyun eğmekle. Meleklerin secde ettiği Adem, içinden Resulullah çıkaran mana eri değil midir? Musa (as) gibi bir Peygamber'in Hızır arayıp bulduğunda ona itiraz ede ede boyun eğmeyi öğrenmesi tarihsel bir olgudan mı ibarettir?

Burada her sevilene itaat etmekten değil ol kâmil mürşide bağlanmaktan bahsediyoruz ki bunun ayrımına varamamak bazen çok acı tecrübelere maloluyor. Hem cemaatler olarak, hem ferdi olarak kuşkusuz.

***

Bireycilik, hümanizm gibi kavramlarla hakikate yaklaşma uğraşında yetkinleşen toplumlarda benliğin terk ediliş yolculuğunu ifade etmenin karşılığı yok. İnsan olma serüveninde Hakta fena bulma makamlarında nefsin ruha hicretini, secde ile miraç arasındaki dikey ekseni vs söze dökmekle müminlerin sayısı hiçbir toplumda artmadı, artmıyor.

Zira hakikat yolcularına lazım olan, Müslüman toplumlarda da diğerlerinde de illa tatbikat. Hızır Musa kıssasında olduğu gibi. Aşk ve irfanın sözcüleri olmaz, icracıları olur. Ki medeniyet ancak bu şekilde kadavralaşmaktan kurtuluyor, canlanıyor, cananı buluyor. Hz. Peygamber'in (sav) Medine'sinden kendi Medine'mizi çıkararak Mekke'yi barış içinde fethetmeye yol açılyor. Sevenler sevildikçe iman tamamlanıyor. İzmir sahillerinde ya da kuzey buzullarında iklim illa ısınıyor.

Bugün tekke ve zaviyelerin açılmasının manevi boyutlarını konuşurken buna “karanlıklara batıyoruz” diye karşı çıkanların gönlünde bir çerağ yakmadan sevmenin bütüncül anlamını idrak etmemiz zor. O çerağ ki her şeyi 'En Sevgili'nin yüzünden aydınlattıkça hakikat vücudda bir'lenecek. Seven ve sevilenin buluştuğu vücud, dışarıda bir zerre kalmayana dek güzeldir o zaman, celalin ve cemalin gerçek yüzü. Güzel'e bakacağız her baktığımızda. Her nereye dönersek, O'nun yüzüne.
#İrfan
#aşk
#mürşid