Güvenin bittiği yerde bir güvenlikçi bekler

04:001/08/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Ortadoğu'da savaş daha ziyade yaz aylarına rastlıyor. İsrail'in Lübnan'ı veya Filistin'i bombalaması, Mısır'daki Rabia meydanı katliamı, PKK'nın rutin saldırıları, mesela çözüm görüşmelerinin ortasındaki Silvan katliamı, izleyen kara harekatı vs... 90'lı yıllarda sivil köylüler Güneydoğu'da katledilirken ne resmi yas olurdu, ne de zaten doğru dürüst bir haber yapabilirdik. En kanlı çarpışmalar yaşanırken, yaz aylarında kameralara şehirdeki gençlik hareketleri vs çarpardı flaş haber niyetine.İsrail

Ortadoğu'da savaş daha ziyade yaz aylarına rastlıyor. İsrail'in Lübnan'ı veya Filistin'i bombalaması, Mısır'daki Rabia meydanı katliamı, PKK'nın rutin saldırıları, mesela çözüm görüşmelerinin ortasındaki Silvan katliamı, izleyen kara harekatı vs... 90'lı yıllarda sivil köylüler Güneydoğu'da katledilirken ne resmi yas olurdu, ne de zaten doğru dürüst bir haber yapabilirdik. En kanlı çarpışmalar yaşanırken, yaz aylarında kameralara şehirdeki gençlik hareketleri vs çarpardı flaş haber niyetine.

İsrail bombardımanı sırasında yıllar önce Lübnan'dan Suriye'ye karayoluyla geçmek için yazar çizer gazeteciler bir araya gelmeye çalışırken, birçok arkadaşımız deniz tatilindeydi nitekim. Katılamamışlardı.

Sonradan bu kan çanağında yaşama halinin bu coğrafyada yaşayan halklar tarafından ne kadar kanıksandığını, bir başka Lübnan saldırısında idrak ettim. Beyrut'un bir kısmı bombalar altındaydı, bir diğer kısmında insanlar kumsalda güneşleniyor, denize giriyordu. Savaş ve terör hayatın bir parçasıydı bu topraklarda. Sorumluları kim olursa olsun.

Yıllar önce Erbil'in mahallelerinde gezinirken, yeni yapılmış lüks sitelerin önünde silahlı korumalar beklediğini gördüğümde hiç şaşırmadığım gibi, iki binli yıllarda Doğu konferansı kapsamında birçok gazeteci ve yazarla birlikte Hizbullah'ı ziyarete gittiğimizde, onlarca güvenlik çemberinden geçmemiz de yadırgatıcı gelmemişti. Kandil'e gidenlerin güvenlik kapsamında etap etap neler yaşadıkları daher giden gazeteci tarafından anlatılır.

Örgüt liderleri, şefler, yürütme sorumluları, konsey başkanları, önderler vs... Daima içeride bir yerlerdedir. Güvenlik gerekçesiyle sık yer değiştirirler, koruma çemberleri halka halka açılır. Gelgelelim bugünkü teknolojiyle bir ot yığınının bile yeri uydudan tespit edilmekle kalmıyor, eğer karar verilirse, bir füze gelip nokta atışıyla sizi kalbinizden tek hamlede vurabiliyor.

Tabii kimin vurulacağını, kimin ise itibar katliamlarıyla 'halledileceğini' vs. gibi daha ziyade dış aktör odaklı faktörler belirliyor ama bu başka bir yazı konusu. Meramımı anlatabildim sanırım. Farklı grupların yüz yıldır durmadan birbiriyle çatıştığı ve çatıştırıldığı, kan gölüne dönmüş bu coğrafyada güven duygusu dirilmeden, güvenlik zaafı asla tesis edilemez.

Buradan hareketle, çözüm sürecine bir daha bakalım. Tam gerilla silah bırakıp sınır dışına çekilirken... Sınır ötesinde hemen bir savaş patlak verdi. Bunun üzerine silah bırakmayı ağırdan almaya başladı örgüt. Neler olacağına güvenemedi. Devlet de güvensizdi doğal olarak. Başıboş kalacak yerlere kalekol dikmeye girişti ivedilikle. Tedbir almak durumundaydı.

Tedbir almak güvenmeye ne kadar engelse, karşındakinden kesintisiz olarak şüphelenmek ve vehimler üretmek de adalete o kadar engel. Durmadan niyet okumak ve mümkünse karşınızdakinin art niyetli olduğuna hükmetmek zorunda kalıyorsunuz. Buna mahkum oluyorsunuz hatta. İşte bu yüzden karşılıklı güven oluşmadan çözüm süreçleri geçici ateşkeslerden ibaret olmaya mahkum.

Güvenlikçi yöntemlerle barış sürecinde yol almak kolay değil, çözüm bu şekilde olmuyor. Güven oluşması için de öncelikle tarafların kendi haklarından feragat etmeleri gerekiyor. Ki bu da bir başka savaş gerekçesi olarak geri dönüyor barış süreçlerine bu coğrafyada.

Daha geriye gidelim, 93 yılında Özal da barış müzakereleri yaptığı dönemde, bir gecede 33 asker şehit ediliveriyor ve süreç daha kanlı bir şekilde geri geliyor. Zaten aynı yıl Madımak ateşe veriliyor, bir yığın kanlı suikast, kaçırma olayı, katliam da cabası... En iyi niyetli ve en kararlı çözüm sürecine çok büyük engellemelere rağmen karşı koymuş olan Ak Parti hükümeti ise onca çeldirici faktörü aşmaya çalışırken aynı anda üç şiddet örgütünün saldırısına uğradığında önlem almak zorunda kaldı. Şiddet açısından 90'lara dönülebilir kuşkusuz. Fakat başa dönmemiz imkansız.

90'lardan bugüne olan demokratik hamleleri burada sıralamak uzun sürer. Kürt ismi dahi telefuz edilemezken, Kürtçe konuşanlar işkence görürken... Bugün ise çocuk katili olarak bilinen Öcalan ile resmi barış müzakereleri yürütülmesine dahi millet rıza gösteriyor. Gelgelelim anayasa yapımı konusunda dahi suiistimale uğramış hükümetin bari anlaştığımız maddeleri değiştirelim önerileri bile muhalefet partileri tarafından geri çevrildi durdu.

Bugün halkların kardeşliğinden, bir arada yaşamaktan bahseden ve Türkiye partisi olmaya çalıştığını söyleyen Hdp'nin organik uzantısı olarak dağda bulunan kadro 'Kürt meselesi'nin herhangi bir başlığına katkıda bulunmak için mi uykuda uyuyan, telefonda konuşan masum insanları katlediyor. Polisi evinde, askeri eşinin yanında savunmasızken vuruyor; bilinmez!

Bu partiye düşen; halkların kardeşliği için güven tesis etmeye çalışırken 'ateşkesi saray hırsı bozdu' iddiasını bol ideolojik gerekçelerle kızıştırmak ve silaha meşruiyet bulmak mı olmalıydı? Oysa her şey ortada. Saat saat.

Devletler ne kadar ceberut olursa olsun, adaletle hükmedemez ve barışı istemez diye bir kaide yoktur. Ezberi bir biçimde her seferinde silahı devreye sokanlar adaleti ve güveni tesis etmiş olmaz... Yıllar önce Ortadoğu için kurduğum bir cümleyi bir kez daha tekrarlayayım: “Güvenin bittiği her yerde bir polis dikilmişti. Duanın bittiği her yerde ise ego vardı...”
#Ortadoğu
#israil
#lübnan
#filistin