80'li yıllardan beri basın ve yayıncılık dünyasında olan benim gibi biri için gerek yayın sektöründe gerek yazarlık anlayışında yaşanan hızlı değişim kayda değer pek çok gözlem içeriyor demiştim önceki yazımda.
Malatya Kitap fuarındaki gözlemlerim vesilesiyle başladığım kitap yayıncılığı fuarcılık ve kültür sanat anlayışımız üzerinden hemen her vesileyle başka bir veçhesine baktığım medeniyet değerleri üzerine düşünmeye devam edeyim.
***
İlk kitaplarımın okurla yüz yüze buluşması 90'larda dönemin yegane kitap fuarı olan Tepebaşı kitap fuarındaki imza günlerinde gerçekleşti hep.
Evet o günlerden bugünlere bunca hızlı değişimin benzer sonuçları da olabiliyor tabii. Eskiden editörler kendilerine yollanan kitap dosyalarını seçmekte çok titizlik gösterir, aylarca geri dönmezlerdi yazara demiştim. Dosyalarınız hakkıyla değerlendirilemeden bir köşede unutulabiliyordu. Şimdi ise ortada o kadar çok yazar var ki, onca kitap arasında basılmış halde raflarda unutuluyor yayınladığınız eserler!
Yayınevlerinin yegane amacı ticaret olduğundan beri kitabın mânâsının içi giderek boşaldı. Kitap bir kağıtlar ve kapak terkibinden ibaret oldu ve görsel malzemeye indirgendi. Raf süsleyen bir nesne! Bu sebeple doğal olarak bu metanın satış ve pazarlaması yazarın emeğinden ve eserinin manevi kıymetinden daha önemli hale geldi.
Kuran'ı hatmetmekle Müslüman olunacağını sanmak gibi. Hatmettiğimiz mushaftır. Kitabın muhtevasını tatbik etmeden, hayata geçirmeden, bizzat bir 'yaşayan Kuran' olmadıktan sonra sadece hatmetmekle nasıl din tamam olmazsa, kitabı satın alıp kitaplığa dizmekle de kültürlenmiş, medeniyetiniz ihya edilmiş, güzelleşilmiş olmuyor!
Yayınevlerinin amacı satmaktır şüphesiz. Ama bununla sınırlanırsa, geleceği miras bıraktığımız gençlerin gidişatı, insanlığın ve dünyanın ihtiyaç duyduğu maneviyatın gerçeği, evrensel bir ihya hareketi olarak kültür sanat, medeniyetin yapı taşı vesaire... Bütün bu şaşaalı sözler yaşamla sınanmadıktan sonra sahih amel olabilir mi?
***
Kitapları sattık pek güzel. Peki sonra? Nasıl, ne tür kitapları pazarlayıp satıyoruz ki, gençlerin geleceğini güzelleştirmede bir yararı olsun? Bu ülkeyi sokakta bulmadığımıza ve uğruna durmadan bedeller ödediğimize göre, hem hakkıyla talep etmemiz gerekiyor kaliteli içerikleri. Hem de satın alınan kitabın okunup faydalanılacak bir eser olmasını dert etmemiz gerekiyor.
Bizi değiştirmeyen, dönüştürmeyen, kendi kuyumuzda derinleştirmeyen ve insanlaşmaya götürmeyen kitapları okunsun diye neden bunca paralar harcayarak pazarlıyoruz ki bu vakit darlığında?
Oyalanmaya, hantallaşıp eğlenmeye, sığ sularda kulaç atmaya, pasif izleyiciler gibi ayağını uzatıp gevşemeye bu kadar mı razıyız? Çocuklarımızın da hantal zihinle, örtülü vicdanla yetişmesini mi istiyoruz illa para kazanacağız diye?
İlerisi, ötesi, iç yüzü, derinliği bizi hiç mi ilgilendirmiyor insanlığın? Haz ve hız dünyamızı kamçılayan nefsi emaremize hitap eden kitaplarla kafa boşaltmaktan öte bir amacımız yok mu bu ülke için, dünya için, geleceğimiz için? Üç beş şiddet dolu macera romanı, vampir hikayeleri veya polisiye okumakla, nefsimizi tatmin peşinde koşmakla mı ihya edeceğiz medeniyetimizin değerlerini?
***
Kitap fuarlarında ve diğer pek çok kültürel aktivitelerde gözlemlediğim kadarıyla faaliyetlere katılımcı toplamak tatmin ediyor yetkilileri. Ama mesela kültürel aktivite derken hangi evrensel değerimizi insanlığa ve dünyaya pazarlayabiliriz, hangi yönüyle ele alabiliriz, nasıl faydalı olabiliriz diye bir dert geri planda kaldığından asli değerlerimizden dem vurmakla yetiniyor sorumlular. Aktarım kültüründen yaşantı kültürüne geçmek diye bir amaç oluşamıyor.
Malatya'da bile -ki burası mesela Niyazi Mısri'nin memleketi, İbn Arabi'nin, Konevi'nin bir dönem yaşadığı yer- büyük çoğunluğun merakına mazhar olamıyor bu hak erenlerin eserleri. Ama sorsanız “Malatya'da doğdu Papa'yı da vurdu” sloganıyla meşhur bir katilin memleketi olmakla daha fazla övünülüyor.
***
Mısri'nin izinde ve nefesinde kendi bugünümün dilini kurmaya çalıştığım Dem Yüzü adlı romanım henüz yeni yayınlandığı için, Mısri'nin memleketinde yaptığım 15 Temmuz konulu konuşmada kaçınılmaz olarak şunları söyledim:
Mısri gibi, İbn Arabi gibi nefsini katletmiş (Müslüman etmiş) aşk şehitlerinin canlı sözünü hayatımıza geçiremeden bugünün 15 Temmuz şehitlerini hakkıyla anmamız mümkün mü. Zira onlar da nefislerini katlederek / canlarını vatan için feda ederek “vatan biziz” demişlerdir. Tıpkı “Leyla benim” diyen Mecnun gibi adlarını aşık yazdırmışlardır. Nefsi ümmeti olan peygamberin hakikatinde nefsi vatan olmuştur şehitlerin.
Onların külli mânâya dahil olmasında Anadolu irfanı dediğimiz kamillerin nefesinden çektiğimiz bu irfan dili var. Artık pek az konuşulsa da elan gönlümüzde yankısı olan. Anadilimiz.
İnşallah bir gün, Mısri'nin ve onun gibi mutasavvıf büyüklerin, hakikat şairlerinin divanı, menakıbı vesaire birkaç cümle dedikodudan öteye geçemeyen kulaktan dolma yanlış bilgilerden daha fazla talep edilir. Ve en güzel kapaklarla pazarlanıp hakkıyla satılır divan-ı ilahiyatlar! Zevk içre bizzat hayata tekabül ederler.
Bugünün dilinde ister romanla ister şiir veya resimle, ister şiirle yeni ifade biçimlerine tahvil edilerek, tüm zamanları an'a getiren çağdaş aşıkların nefesinde yeniden diriltirler medeniyetimizin aşk ve irfan dilini. Ve inşallah fuarlarda en az vampir romanları kadar talep görürler.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.