Bir aşk şiirini yaşamak!

04:0023/04/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Çok erken yaşta annesiz kalmanın da etkisiyle, sözlü bir kültür almak nasip olmadı. Evdeki eğitim annenin sözüyle başlar. Onun diliyle dillenir çocuk. Gönlündeki ilk ses, ana sesidir. Dil, ananın dilidir. Anadil; anneden, evden, yuvadan süzülüp geliyor. Ataların nağmesi ananın dilinde yankılanıyor. Memleketim dediğimiz, anadilimizde sevdiklerimizdir. Anadilde özlediklerimizdir. Ana kucağında hissettiklerimizdir.



Oysa bazı evler ıssızdır. Çıt çıkmaz. Konu komşu yoktur. Kapı çalınmaz. Sofra kurulmaz. Her gün ekmek girmez eve. Ayak basılmadık pek çok karosu vardır yerlerin. Ben de böyle tek başıma, rüzgarda sallanan bir korkuluk misali, tarlayı bekledim büyürken. Gelen giden olduğunda hep savunmak durumunda kaldım kendimi. Sert bir duruş sergilemek zorundaydım yabani tavırlara karşı.



Bu sebeple kahkahalarla değil sessiz gözyaşıyla yankılandı evin duvarları. Ne atasözü ve deyimler, ne hikayeler, masallar dinledim. Ne ninni duydum, ne türkü. Eski güzel şarkıları tebessüm eden, özleyen, paylaşmaya can atan dudaklardan dinlemeyi hiç bilmedim. Ne aile içinde anlatılan tanıklıklar oldu, ne sözlü aktarımlar. Hatta uydurduğum şeyleri inandıracağım büyükler olmadığı için yalan dahi söylemeyi öğrenemedim, acemilik çektim. Fıkra anlatmayı, özet çıkarmayı, bir mevzuyu baştan sona dek bir başkasına aktarmayı ne zaman denesem foyam ortaya çıkar diye çekindim. Bak yazar olmuşsun, bir fıkra dahi anlatamıyorsun!



***


Sözlü kültür olmayınca, o boşluğu defterler dolduracaktı. Evet, serde yazmak varmış. Konuşma ihtiyacı duyduğum her şeyi yazmaya başladığımda ilkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Mecburdum yazmaya. İçimde biriken pek çok acı vardı. Taşıyabilmem için boşaltmayı öğrenmem gerekiyordu.



Küçük bir çocukken, konuşacak anne baba, kardeş, akraba vesaire bulamıyorsanız, ağır olaylara maruz bırakılıyorsanız, evin içinde o yalnız duvarlar size dil olur. Onlardan yankılanan cılız sesleri işitmeye başlarsınız. Derken sandık odasından, tozlu raflardan, evin loş köşelerinden sızım sızım gelir kulağınıza şeylerin iniltisi. Eşyanın içinden bazı tınlamalar, çınlamalar gelir. Havadaki hışırtıları, sudaki şırıltıları duymaya başlarsınız. Kuşlar, hamam böcekleri, fareler, örümcek ve karıncalar size yakındır. Hiç bilmeden, onların alfabesini sökmeye başlarsınız.



Derken üst kattan, pencere dışından, sokaktan, karşıdaki caminin avlusundan, ilerdeki okuldan gelmeye başlar size sesler. Biraz daha uzaktan. Can kulağı ile dinler, dinler, dinlersiniz. Yazarak konuşmaya başlarsınız onlarla. Her şey sizinle konuşmaktadır. Bu, aslında hiç bilmeden bildiğiniz bir hakikatin içinde tutar sizi: Her şey konuşmaktadır, çünkü her şey canlıdır! İşte böyle. Kader, şunu usul usul öğretmekteymiş bana; her şeyin dilini konuşabilirsin!



***


Böylece küçük yaşlardan itibaren işitmeye, duymaya ve anlamaya yönelmek: Esas işlevim, varlığımın asıl gayesi oldu. Kendimi anlatma konusunda hep yetersiz, başkalarını anlama konusunda hep yetenekli oldum. Yazmak, gerçeğe yaklaşma arzusu oldu benim için. İçimdeki emaneti sahibine iade etme arzusu oldu.



Başkalarına yaklaştıkça, kendi dilimi konuşmaya başladığımı hayretle fark ederdim. Anlamak, yaklaşmak, özdeşleşmek, bir olmak için yazdım evet. İçinden bakabildiğim ölçüde baktığım şeye dönüşüyordum, bunu fark ettikçe daha çok yazdım. Çünkü anlamanın sonu yoktu. İçin içi vardı.



Yetişkin olduktan sonra dahi konuşma dilini icra ederken hep tekledim, kekeledim, heceledim, peltekleştim. Ancak yazarken konuşabiliyordum. Yazarken her şeyin canlı olduğunu duyumsayabiliyordum. Düşüncelerimin akışı ancak yazarken kendi debisini buluyordu.



***


Romanın uzun sürmüş hikaye demek olmadığını ilk romanımı yazarken fark etmiştim. Acizane kendi adıma hikaye üzerine, olaylar üzerine bir kurgu yapamayacağımı biliyordum. Haldi benim derdim. Hallerin içinden bir ses çıkarmak, sadece o romana ait olan o biricik sesi işitmekti. Dil bulmak, kendi dilimi bulmaktı. İnsan kendini hangi dilde bilmekle yükümlüyse, o dili konuşmaktı.



Kalbime nakşolunmuş ama unutulmuş olan o sırlı dili çözebilmek içindi gayretlerim. Dört yıl, beş yıl sürüyorsa romanlarımın bitmesi: Her kelimesiyle nefes alıp vermeyi, her harfiyle konuşmayı arzuladığım içindi. Gençliğimde öğrendiğim iki yabancı dil, anadilimde derinleşip maneviyatını keşfetmeye başladıkça usul usul çekildi kıyılarımdan.



Tasavvuf edebiyatına, aşk ve irfan şiirlerine daldıkça bambaşka bir şey oldu. Sadece yabancı dillerimi değil, sustuğum dilleri dahi terk etmeye başladım. Bildiğim bütün cümle yapıları, nidalar, tamlamalar, noktalama işaretleri, zihin akışı adına sıradanlaştırdığım tüm o kelime terkipleri... Bir bir çekiliyor dilimden. Silinmedik hiçbir şey kalmayacak yakında.



Velhasıl şunu anladım ki, kalbin anadili bir aşk şiiridir. Gönülden gönüle konuşulur. İnsanlığın evrensel medeniyetine bir kelime taşıyacaksak; canlı söz olmaya niyet etmek gerekiyor. İster romanda, ister hayatta: Dil medeniyeti gönülde kuruluyor, aşk ile.


#Anadil
#Evrensel medeniyet
#Roman