Benlik orucu

04:0030/05/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Leyla İpekçi

Hilal usul usul büyürken, pasaport kontrol kuyruklarından Kabe'ye yüz sürmeye çalışanlara, mütevazı iftar sofrası kuranlardan, trafikte halvet çıkaracak sabra ulaşmaya çalışanlara. Her katmanda benlik orucu amelimiz olsun diyerek. Niyazi Mısri'nin dizesiyle açalım orucumuzu: “Göresin doğmaz dolanmaz bir güneş / Gecesi yok daima olmuş sabah."

Şimdi Ramazan vakti. İstanbul'dayım. Sokakta, evde, trafikte, iş yerinde sabreden niyetliler arasındayım. Birkaç gün önce yurtdışından gelirken pasaport kontrole Umre'den dönen bir cemaatle birlikte geldik. İlk anda kadınlar bizi çekiştirip önümüze geçmeye kalkıştı, yol verdim. Derken erkekler de grup halinde sırada öncelik tutmaya kalktıklarında yanımdaki yolcu patladı:


“Siz Kabe'de tavaf ederken de birbirinizi kaybetmemek için kul hakkına giriyor, umursamıyorsunuzdur." Onlar bu sözü duyar duymaz bağırış çağırış itiraz etmeye, hakarete başladılar. Önden arkaya sıçradı hakaretler. Elimde olmadan Umre ve Hac'da sık sık işittiğim şu sözü fısıldadım sadece: “Hacı, sabır."



Yanımdaki diğer yolcu de ekledi: “İşte ilk adımda sınav. Kabe'yi bir yerde arayanlar, ona veda edip ayrılırlar!" Ah dedim, ah. Kabe'ye veda etmek diye bir şey olmadığını, ibadetin mekanla sınırlı olamayacağını, Kabe'nin gönül olduğunu...



Pasaport kontrolden geçmek ile hecer ül esved'i selamlamak arasında gönül kırma hakkının farklı olmadığını. “Nereye baksam gördüğüm O'nun yüzü" denilen “semme vechullah" sırrından bir gül koklamadan Umre'den dönmekle dinin tamam olmadığını...



***



Ne çok şişirdik egomuzu değil mi? Benliğimiz obezleşti, yağ bağladı çeperi. Odaklanmaya adanmaya, kendini vakfetmeye giden yolda almaya, gösterişe, riyaya daldı benlikler. Kabuk soyacakken, varlığından soyunup Hakka gark olacakken şişti benlikler kat kat.



Fenâ yolculuğunda ummana karışacak damla iken, yani hiçliğe soyunmuşken kat kat elbiseler giydirdik nefsimize. Suret gardırobunda raflara sığmaz oldu giysiler. Evet Umre bitti, şimdi Ramazan. Yılda bir iki ay yeter mi tefekkür etmeye!



Yememeye niyet eden kişinin sahurdan iftara kadar vaktin girmesini beklemesinden ibaret değildir oruç. Benliği uruç ettirmeye aday olmalı bu amel. Benliğinden sıyrılma egzersizi olmalı. Ki bayrama / vuslata hak kazansın talip olan.



Ramazan Müslümanlığı medyaya yetip de artıyor. Ama manevi olarak açlık içindeki nefislerin mutmain olması için kesintisiz zikir misali aşk gerekiyor. Nedir aşk? Vesveseyi, ben vehmini kabuk soyar gibi dökecek yegane iksir. Kuvve-i kudsi. Hakkın işini yaptığının şuurudur aşk, severken de söverken de. Elinde kılıç varken de, gül varken de. Aşk ile bir daha diyen imamdır gönül bize.



Bir daha, bir daha derken. Benliğin kabukları kırılmaya başladığında, Kabe'nin putları misali, kin kibir riya haset gazap şehvet gibi nefsin zaaflarını yaka yaka... Aşk alevi ile tutuşmalı tüm yarenler.



Ramazan'da nefsimizin topraktan yarılıp üç kademede vuslata ermenin anlamlarında dolaşmaya başlıyorsak, evet en azından benliğin küle dönüşmesi adına büyük bir adım atmışız demektir. Pasaport kuyruğunda beklerken de olsa...



***



Lütfi Filiz, insanın esas tutması gereken oruç benlik orucudur diyor: “İnsan boyuna ben ben diyerek şeytanlığını ortaya çıkarırken istediği kadar aç kalsın, bu açlığın ona hiçbir faydası olmayacaktır. Zaten şeriat orucunun gayesi de kişiyi geliştirip benlik orucu tutar hale getirmektir."



Evet, eğer oruç sadece bedensel yönden ele alınmaktan ibaret değilse, ibadetin ardındaki hakikate dalarak eşsiz inciyi çıkarmamız gerekiyor. Huyları düzeltmeye giden bir tavırlar diyeti, bir davranışlar perhizi olmuyorsa oruç, açlıktan ibaret kalıyor.



Oysa bize gereken aşk ile uruç etmek. İbadetlerin zoraki olarak değil gönül ile yapılması. Her eylemin ibadete dönüşmesi. Hakkı görür gibi. Hz. Peygamber'in (sas) “beni gören Onu görmüş gibidir" demesindeki manalara yaklaştıkça, Hz. Ali'nin “görmediğim Allah'a inanmam" sözü bambaşka içerikler kazanıyorken... Şahadetin daimi olduğunu, şimdiye ait olduğunu, elan devam ettiğini... Bir lokmanın dahi göze gönle kulağa perde olduğunu... Yememekle, sadece diline değil diğer azalarına da oruç tutturmakla şahitliğin kesintisiz olduğunu... Perdelerin kalktığını...



***



Lütfi Filiz, yiyip içmemekle oruç tutanlarda huy değiştirme gibi bir şey bahis konusu değildir diyor. Ama bize gereken hakikat orucunun gayesi “Allah'ın ve Resulullah'ın huylarıyla huylandırmak." Bu da devamlı bir oruçtur. Sivadan kurtulmaktır:



“Masiva, görünür alemdeki her şey demektir. Bunlardan oruç tutmak, bunların hepsini sahibine vermek ve benlikten uzaklaşmak demektir. Bir de marifet orucu var. Her şeyi yerli yerinde yapmak. Ehl-i marifet Hakkı ve halkı tanıdığı için kimsenin gönlünü kırmamayı, kimseyle kavga etmemeyi şiar edinmiştir. Çünkü karşısındakini kırdığında kırılanın kendisi olacağını, kavga ettiğinde kendisiyle kavga etmiş olacağını ve birine zarar verdiğinde kendine zarar vermiş olacağını bilir.



Yani marifet orucu kendini terk ederek oruç tutmak ve Hakkın varlığıyla bayram etmektir. Hakkın varlığı insanın güneşinin doğması, yani didarın görülmesiyle idrak edilir. Gerçek bayram namazı da, bu güneşin doğmasıyla kılınır."



Ama hal böyleyken bile bir an önce kadir gecesine erişelim telaşı baş gösteriyor nefislerde. Gecenin içinde aşığın nefsindeki sultan sırrı saklı. Geceyi ihya ettikçe açılacak olan. Her gecenin kadrini bilmekle ancak. Seher vakti girdiğinde ispatlanacak olan...



Hilal usul usul büyürken, pasaport kontrol kuyruklarından Kabe'ye yüz sürmeye çalışanlara, mütevazı iftar sofrası kuranlardan, trafikte halvet çıkaracak sabra ulaşmaya çalışanlara. Her katmanda benlik orucu amelimiz olsun diyerek. Niyazi Mısri'nin dizesiyle açalım orucumuzu: “Göresin doğmaz dolanmaz bir güneş / Gecesi yok daima olmuş sabah."

#Ramazan
#Niyazi Mısri