Başka Türkiye yok; herkesin tasavvuru başka olsa da!

04:0020/10/2015, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Bir kez daha yol ayrımındayız. Yüz yıl önce eksik bırakılan hesaplar, yeni denklemler üzerinden açıla açıla bugünlere tüm canlılığıyla geldi, gelmekte. Hesabın içinde hesap, içinde yine hesap var. Daima. Bizi içimizden çürüten, çatıştıran, yozlaştıran ne kadar kasıt varsa sanki hepsinin pençesine düşmüşüz.Türkiye'nin yolunu kesintisiz biçimde tıkamak isteyenler olduğu gerçeği hiç bu kadar alenileşmemişti. 70'lerdeki anarşi döneminde, 80 darbesinde, 90'ların ceberut devletinde, 28 Şubat'ta, onu izleyen

Bir kez daha yol ayrımındayız. Yüz yıl önce eksik bırakılan hesaplar, yeni denklemler üzerinden açıla açıla bugünlere tüm canlılığıyla geldi, gelmekte. Hesabın içinde hesap, içinde yine hesap var. Daima. Bizi içimizden çürüten, çatıştıran, yozlaştıran ne kadar kasıt varsa sanki hepsinin pençesine düşmüşüz.

Türkiye'nin yolunu kesintisiz biçimde tıkamak isteyenler olduğu gerçeği hiç bu kadar alenileşmemişti. 70'lerdeki anarşi döneminde, 80 darbesinde, 90'ların ceberut devletinde, 28 Şubat'ta, onu izleyen ekonomik kriz döneminde, faiz vurguncularının siyaseti dizayn etme çabalarında... Velhasıl Osmanlı'nın yıkılış döneminden itibaren hiç kesilmeyen suikastlar, katliamlar, darbeler ve vesayet dönemlerinde bu kesintisiz gerçeğin sinir uçlarına değiyorduk durmadan.

Bu kez ise sosyal medya üzerinden tasarımlanan ve hayata geçirilen 'çarpıtma haberler ağı' ve karalama kampanyaları sayesinde bu gerçeği artık çok daha net görebiliyoruz. Yarım saat sonra yalan olduğu ortaya çıkacak devlet / hükümet aleyhine düzenlenmiş 'tasarım-haberler' bu kirli niyetlerin en somut kanıtı. Her seferinde bunları servis edenleri ve bilerek ya da bilmeden yayanları ve bu çarpıtmalara alet olanları görmek, insanda umutsuzluk yaratıyor.

Bunca yalan dolan ve fitne yayanları, sonradan özür dilemeyenleri, gözümüzün içine bakarak sözlerini inkar edenleri vs gördükçe neymiş hepimize bu kadar bedel ödetmeyi göze alanların kör noktası nedir diye düşünmeyen herhalde kalmamıştır. Bu alenileşmeyle birlikte “komplo teorilerine itibar etmem” şeklindeki kabaca söylem giderek daha yavan kaldı.

Gözümüzü kaldırıp dünyaya bakmaya başladığımızda, kaçınılmaz olarak her konjonktürde aktörleşmek isteyenlerin diğerlerini durdurmak için binbir yöntem geliştirdiğini, bundan sonra da hep böyle olacağını teslim ederiz. Fakat bunca projelendirilmiş ve çeşitli taşeronlara ihale edilmiş bir çatıştırma kampanyası bu şiddette cumhuriyetten beri ilk kez başımıza geliyor:

İlk kez çözüm ve barışımızı kendimiz yapmaya çalıştığımızda... İlk kez kalkınma hamlelerimizi kendi ihtiyaçlarımız üzerinden oluşturmaya başladığımızda... Sözgelimi savunma, iletişim, güvenlik donanımlarımızı yerli ve milli olarak üretmeye başladığımızda... İlk kez ekonomiyi güçlendirmeye ve küresel dalgalanmalardan minimum zararlarla çıkmayı öğrendiğimizde... En şiddetli silah ve medya / algı terörüne maruz kalıyoruz.

Şimdi bu kesintisiz ve geniş zamanlı 'dış gerekçe' kendi kabahatlerimizin üzerini örtmek anlamına gelmemeli kuşkusuz. Çünkü başımıza ne geliyorsa, içimizde bunun bir karşılığı var. İçimizdeki fesat ve fitneye teslim olma eğilimimizle hesaplaşmadan sadece dış gerekçelere ve dış aktörlerin çatıştırma senaryolarına yaslandığımızda kaybettik, kaybediyoruz.

Hem içimizdeki hem dışımızdaki dinamikleri harekete geçirerek dirilmeye başlamak dışında bir yolumuz yok. Bu eşzamanlı bir dikkat gerektiriyor. Çünkü bizi kendi içimizde çatıştıran ve kutuplaştıran dinamiklere baktığımızda görüyoruz ki ilk kez bu denli mutlak haklılık ve mutlak haksızlık üzerinden kurguluyor her iki zıt kutup da birbirini.

Bunun iç yüzüne biraz yaklaşarak baktığımızda, Türkiye tasavvurları birbirine zıt olarak konumlanmış iki kesim görüyoruz. Kimimiz çıkış noktasını seküler bir tasavvurda görüyor, kimimiz maneviyat ağırlıklı bir tasavvurda. Yıllarca birbiriyle karşı cephelerde vesayete karşı mücadele eden geniş kesimler ilk kez sekülerlik paydasında bir araya geldi bu süreçte.

Kimimizin “seni başkan yaptırmayacağız” hırsının altında yatan da bu payda zaten. Seküler ittifak denilerek birkaç yıl önce siyasette kavramsallaştırılmıştı bu tabir. İster seküler, ister dini olsun dünya görüşü birincil motivasyon olduğu vakit, adalet ve hakkaniyet ekseninde olaylara bakma ihtimali kalmıyor. Bugün olduğu gibi kendi kendini taşeronlaştıranlar bilerek veya bilmeden herkese zarar veriyor.

Devletin veya hükümetin eleştirilecek pek çok hatası var. Gerek çekilmek istendiğimiz iç savaşa karşı direnme yöntemleri geliştirirken kullanılan dilde olsun... Gerek algı operasyonlarını yönetmede olsun, gerek liyakat kriterini dikkate almayan kadrolaşmalarda olsun... Gerek kültür sanat, çevre gibi alanlarda olsun. Vatandaşı hayrete düşürecek kadar, bazen de çileden çıkaracak kadar hatalar yapılıyor, ısrarla yapılmaya da devam ediyor.

Gelgelelim her icraatı yok hükmünde farz etmek, her atılan adımda isyan ateşini yakmak, her uygulamada kasıt aramak bizi kendi içimizde bölüyor en çok. Kendi haklılığına delil bulmak için bu uğurda durmadan devleti hükümeti zorda bırakacak en yalan habere dahi itibar edenler neşteri Türkiye'ye indiriyor. Tam da kenetlenmemiz ve nefsimizi ruh kılmamız gereken dönmede.

Kan çanağına attığımız her seferinde kendi canımız. Başkası yok. Hepsi biziz. İstediği kadar 'başkaları' düşürsün bizi tuzağa. İstediği kadar oyun içinde oyun kursunlar. Düşmemek, düştüğümüz yerden kalkmayı bilmek, bir olduğumuzun idrakine varmak bizim maharetimize bakıyor.

Her kesim kendi mutlak haklılığından bir tutam kesip kurban etmeli ve hakkı Hakk'a teslim edecek bir tevazu ve saf niyet geliştirmeli. Buluşma dilinin hesaplaşmadan ziyade helalleşme niyeti çerçevesinde ilerleyeceğini anlamalıyız. Kaviy ama içten bir üslup ancak rıza ve gönül parametreleriyle geliştirilebilir.

Her kimliğin mazlumu ve zalimi var. Ama Alevi veya Kürt diyerek, dinci despot vs diyerek ya da Beyaz Türk denilerek aşağılananların tamamının bu toprakların yerlisi olduğunu ve burada üretilmiş bir kültürün içinde kanlı canlı olarak yaşadıklarını idrak etmeliyiz. Bağışlamanın, merhametin, zıt kutupları anlama çabasının ne kadar kıymetli olduğunu ağır bedellerle fark etmedik mi? O halde zaman intikam ve nefret üretme değil, tahammül, sabır ve iyi niyeti paylaşma zamanıdır.

Herkesin gönlünde farklı bir Türkiye tasavvuru hep oldu, olacak. Ama başka Türkiye yok. Birbirimize dar ettiğimiz her farklı tasavvur Türkiye'nin gönlüne sığıyor, sığar. Bir an önce bunu görecek basiret ve feraset diliyorum hepimize.
#sekülerlik
#Başka Türkiye yok
#çözüm