Alıntıda değil yaşantıda Hu şiiri!

04:008/10/2016, Cumartesi
G: 16/09/2019, Pazartesi
Leyla İpekçi

Kültür Bakanı yardımcısı Hüseyin Yayman'ın sözleri sosyal medyada önüme düştüğünde kucağımda Hu şiirleri açıktı. Gözlerimi sayfadan ekrana kaydırdım: “İçinde kitapların olduğu, kitap kokusunun, kahvenin olduğu, insanların, cıvıl cıvıl çocukların olduğu ve insanların sürekli girip çıktığı yeni bir mekan konsepti, yeni bir mekan anlayışıyla yaşayan kütüphane, şehir müzeleri ve kültür-sanat merkezleri yapmak bizim en büyük hedeflerimiz arasında” diyordu Yayman. “Çünkü bizim Türkiye'ye dair hayallerimiz var.”



Tekrar kucağımdaki Hu şiirlerine döndüm. Yenişehirli Mehmed Sadeddin'in şiiriydi içinde olduğum: “Hâne-i kalbi münevver eyleyen envâr-ı Hû / Beyt-i dilden mâsivâ-yı tard eden esrâr-ı Hû.”



Kimler işitiyordu bu canlı sesi, hangi kütüphanelerden alıntılanıp yaşantıya geçirilmekteydi hakikat ehlinin, hak aşıkların sözleri; bilmiyorum. Sadece, geçmiş zamana ait, olmuş bitmiş, eskimiş söz olarak bakıldığı sürece yapılacak alıntıların bu evrensel insan modelini yaşatmaya yetmediğini biliyorum. Çok uzun zamandır, çığlıklarla ya da fısıltılarla her mecrada dile getirmeye çalıştığım gibi.



***



Elbette benim de, bizlerin de hayalleri vardı. 15 Temmuz'la perçinlenen, pekişen. 70'lerin İstanbul'unda büyürken etrafımda herkes doğuştan sosyal demokrat, laik, ve Batılı hayat tarzını benimsemişti. Yabancı okullarda okurken memlekette kalmış son Ermeni, Yahudi, Rum arkadaşlarımın sayısı herhalde Müslüman Türkler'in sayısından fazlaydı.



Üniversiteyle başlayan gazetecilik yıllarım ise geldiğim çevrenin taklidî çağdaşlık anlayışını ve “herkes eğitilince bizim gibi olacak” kibrini eleştirmekle anlam kazandı. Resmi ideolojinin bizzat yapıcısı bu çevrede asıl olarak unutulmuş gerçeklerin bilgisine yaklaşmakla, her tür etnik kültürel çeşitlilikle, farklı kesim ve meşreplerle ünsiyet kurma serüveni oldu benim için gazetecilik diyebilirim.



90 ve 2000'lerde memleketimizin liberal akımlarının içinde, demokrat aydınların mücadelesinde, terörle, savaşla vesaire acizane kendi vicdanımın sesini işitmeye çalışırken girip çıktığımız çevrelerden dışlanmaya, aşağılanıp küçümsenmeye-bugünkü kadar sert olmasa bile- devam ediyorduk.



***



Anadolu'nun saklı köşe bucaklarında 'uzaktan yakın olduğum' okurlarla karşılaşırdım ve bunun için de kendime pay biçmezdim. Çünkü hakikatimiz birtakım aydınların teşhisini koyduğu tanımlara sıkışamıyordu, gerçeğin tohumu iç içeydi bu toprakların mayasında. Ne kimlikler yetiyordu bunu açıklamaya ne ideolojiler ne de sosyolojinin temel batılı kavramları.



Sözgelimi 80 öncesi katil faşist diye öğrendiğimiz ülkücülerle 2000'lerde gönülden dost olduysam, bunu bir analitik meraka veya laboratuvar deneyimine borçlu değildim. İçinde olmak, yaşamak, yakın olmak. Buydu asli formül. Acıyı paylaşma, terleme terletme ve bol bol da gözyaşı gerektiren yaşanmışlıklar dışında bir başka gerçeklik tanımadım.



En dip esintilerde bu ruhun mayasını koklarken de, farklı rüzgarların içinde en uzak sesleri işitmeye çalışırken de...Vahap Ümmi'nin, Sunullah Gabi'nin, Hacı Bayram Veli'nin, Osman Kemali'nin, Niyazi Mısri'nin, Akhisari'nin, Marmaravi'nin, Eşrfeoğlu Rumi'nin (ks) ve daha nicelerinin sesini işitmemiştim oysa.



***



Yayman'ın yaşayan kütüphane sözü beni kendi 50 yıllık yolculuğumda böyle kısa tur yaptırdı işte. “Biz şehirlerimizin en güzel binasının, en asude mekanlarının, en prestijli mekanlarının kütüphane binaları, kültür ve sanat külliyeleri olmasını istiyoruz” diyordu bir dönem birlikte siyasi toplantılara katıldığımız, aynı dili konuştuğumuz, aynı dertlerle dertlendiğimiz Hüseyin Yayman:



“Çünkü biz inanıyoruz ki, Türkiye'de milli geliri refahı ne kadar yükseltirsek yükseltelim Türkiye'nin bir Necip Fazıl'ı yoksa, Yunus Emre'si yoksa, Karacaoğlan'ı yoksa, Aşık Veysel'i yoksa... Türkiye eksik kalacaktır.”



Yayman'ın sıraladığı isimlerin mesela Yunus'un yolunda en ez iki bin aşk şahidi / şairi olduğunu kimse bana söylememişti. Bu eserlerin elan mevcut olduğunu, birilerinin bunu yayınlamak için ömür tükettiğini... Ama evrensel insanlık bildirgelerinin çok ötesinde, çok daha kucaklayıcı bu hak sözlerinin canlı sesinin ne yazık ki “valla Işid bizi temsil edemez” diyen Müslümanlar'ın iç sesine / yaşantısına ne kadar uzak olduğunu...



Alıntı Müslümanlığından yaşantı Müslümanlığına bir sahici adım atamamamızın gerisinde biraz da bu aşk eserlerini bugüne getiremeyen bizlerin önyargısının olduğunu... Işid zihniyetine kızarken zındıklıkla suçlanan İbn Arabi'ye puta tapar gibi tapmanın da yanlış olacağından hareketle koskoca bir medeniyetin hakikat ruhunu hadım ettiğimizi... Es geçtiğimizi, merak etmediğimizi, divânları Kuran'dan ayrı olarak addettiğimizi... Hatta korktuğumuzu...



***



“Bizim en büyük hedefimiz, en büyük ütopyamız; her şehirde yaşayan kütüphaneler olsun, kütüphaneler dolsun taşsın, kütüphanelerden yükselen bereket bütün ülkemizi mayalasın ve inşallah Türkiye çok daha yeni ufuklara doğru yelken açsın” diyen Kültür Bakanı yardımcısına evet diyorum, ne güzel. Bizim de hayallerimiz bu yönde; biz derken sevenler, işitmeye çalışanlar, talip olanlar...



Aşk ve irfan ehlinin gönülden gönle yol bulan sohbetlerle asıl olarak okunduğunu, kitap okuyamayan yeni neslin en azından sohbet eden hak dostlarının nefesini çekebilmesinin önemini... Kitap okuyarak aşk ve irfanı 'ayne'l yakîn öğrenmenin yetersizliğini, esas olarak insan okumak gerektiğini...



Sohbet ve gönüller ittifakı içeren buluşmaların kültürel hayatımızın yaşayan platformu olacak kütüphanelere çok yakışacağını... Okullaşmanın, uzmanlaşmanın, odaklanmanın, kesintisiz gönül eğitiminin ne kadar elzem olduğunu...



Durmadan bunları yazıp çizmekten usandığımızı... Medeniyetin maneviyatı olan kültür sanatı hakkıyla yaşantıya geçiremeden ruhunun dirilemeyeceğini, bunun için de dönüp dolaşıp hakikat şahitlerinin nefesine, aşk ve irfana; hu şiirine geleceğimizi...



“Kadim kültürü evrensele bağlayacak etkinlikler” sözünü okurken Yayman'ın... Hadi dedim inşallah, Vahap Ümmiler'in, Osman Kemali'lerin, Senayi'lerin, İbrahim Has'ların, Abdurrahman Sami'lerin, Aşık Hasan'ların... Bunun gibi Anadolu'nun her adımını hakikat nefesiyle birer 'kültürel havza' kılmış erenlerin sesini işitecek ve bugünün sesine dönüştürecek yarenler yetiştirelim bu şehir kütüphanelerinde. Medeniyetin yapı taşlarını döşeyelim.


#Hu şiiri
#Kadim kültür
#Aşık Veysel