Adı Birlik ama gitgide bizi ayrıştırıyor!

04:006/10/2015, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Avrupa Birliği için Türkiye'nin bir lideriyle –Erdoğan ya da başkası olsun- iş yapıp yapmamak arasındaki tek fark menfaat siyaseti oldu bugüne dek. Bu yüzden kendi bakış açılarına –hele bazı insani mevzularda- bir türlü çekemedikleri Erdoğan'ı alaşağı etmek için yalan veya çarpıtılmış haberleri paketleyip sunmaktan hiç kaçınmadı medyaları.Ancak birkaç saat öncesine kadar diktatörlüğünden zalimliğine, hainliğinden despotluğuna 'halledilmesi' meşru görülen ve hakkında binlerce yazı yazılan, yorum

Avrupa Birliği için Türkiye'nin bir lideriyle –Erdoğan ya da başkası olsun- iş yapıp yapmamak arasındaki tek fark menfaat siyaseti oldu bugüne dek. Bu yüzden kendi bakış açılarına –hele bazı insani mevzularda- bir türlü çekemedikleri Erdoğan'ı alaşağı etmek için yalan veya çarpıtılmış haberleri paketleyip sunmaktan hiç kaçınmadı medyaları.

Ancak birkaç saat öncesine kadar diktatörlüğünden zalimliğine, hainliğinden despotluğuna 'halledilmesi' meşru görülen ve hakkında binlerce yazı yazılan, yorum yapılan bir siyasi lidere birdenbire büyük bir ihtiyaç başgöstermiş Avrupa medyasında.

Dilerseniz Rusya'nın Sovyetler Birliği toprakları dışında kalan bir bölgeye ilk kez düzenlediği saldırının arka planında arayın Avrupa'nın Erdoğan'a acilen ihtiyaç duymasını. Dilerseniz Suriyeli mültecilerin birliğin sınırlarına dayanmasında. Ya da daha karmaşık başka konjonktürel siyasetlerde.

Nihayetinde varoluşunu kendi menfaatlerinin gerektirdiği şartlara göre şekillendirmiş, siyasi ekonomik ve kültürel hegemonyasını kendi değerlerini tek kıstas kabul ederek oluşturmuş ve gitgide kendi içine kapanmış bir ülkeler topluluğundan bahsediyoruz. Salt kendi menfaatleri üzerine kurulu olan herhangi bir küresel birliğin insanlığın evrensel sesi olabilmesi elbet mümkün değil.

Adalet, insanlık, evrensellik, kuşatıcılık, çoğulculuk, çeşitlilik gibi değerlerin yerine giderek tektip bir Batılı kimliği koyan bu birlikten, farklı kimlikleri hakkaniyetli bir bakışla algılamasını beklemek bir süre sonra kolay olmamaya başlamıştı. Yine de epey uzun süre bekledik.

Şimdi Erdoğan'ın AB adaylığını ihmal ettiğini söyleme pişkinliği gösteren AB medyası, yakın geçmişte Türkiye'yi içlerine almayı referandumlar düzenlemek suretiyle bizzat kendi halklarının istemediğini unutmuş gibi davranabiliyor. Birkaç saat sonra başka türlü de olabilir, olacaktır da, konjonktüre göre. Fark etmiyor.

Birliğin yöneticileri ve uluslararası diplomasisi kendi halklarını gerek medya yoluyla, gerek kültür sanat yoluyla olsun aynı yönde etkilemeyi başarıyor. Buna bir de İslam korkusu eklenince, Türkiye'yi dışlama gerekçeleri kolay oluyor. Sonra birden araya birliğin orta ve uzun vadeli çıkarları giriyor ve yeniden Türkiye'nin adaylığına yeni bir mühlet, yeni bir bakış açısı vesaire gündeme geliveriyor medyalarında.

Avrupa'nın siyasi hayatı ve yöneticileri bir yana, bahsettiğim sivil hayatından, gündelik rutininden dem vuralım biraz da. Çünkü savaş mağduru sığınmacılarına kapı açmama kararını onaylayan, bu felaketlerde kendi devletlerinin sömürgeci ve çatıştırmacı rolünü sorgulamayan, dışlama siyasetini olağan bulan sıradan bir Avrupalı olmak daha ciddi bir sorun teşkil ediyor.

Yönetenlerin ikiyüzlü ve dışlayıcı siyaseti, yönetilenlerin sorgusuzca teslimiyetine yol açıyor her geçen gün Avrupa'da. Gelgelelim Avrupalı'nın bu içe kapanmış ruh halini ne ironiktir ki ancak 'dışarıdan' gelenler fark edebiliyor. Kendileri ise hayatın hemen her alanında bu durağanlaşan, hareketsizleşen, aşırı homojenleşmiş, tektipleşen hallerinden haberdar değiller.

Sanırım mevzunun ince noktası da burada. Kendilerine ayna tutacak olan tam da yan yana veya iç içe yaşamaya çalıştıkları ve fakat bir türlü tam olarak içlerine almak istemedikleri başkalarıydı, yakındaki 'yabancıları'. Göçmenler, sığınmacılar, mülteciler vesaire.

Aynı topraklara gelerek farklılıklarını korumaya devam etmekte olanların kültürü, gelenekleri, gündelik hayatı, maneviyatı vs üzerinden kendilerine her gün, her saat yeniden bakabilirdi Avrupalılar. Başkalarının gözünden kendilerini görmeye çalışmaları, yani bu en basit egzersiz bile empati maharetini diri tutabilirdi.

Oysa Erdoğan gibi bir liderin dünyanın tamamını ilgilendiren insanlığın yaralarını sarmakla ilgili mevzularda Avrupa Birliği veya Birleşmiş Milletler'in menfaat siyasetini ve ikiyüzlü diplomasisini eleştiren kuşatıcı yaklaşımlarını algılamak yerine, onu alaşağı etmek için yalanlardan medet ummaya devam ettiler. Zaten o basın özgürlüğünü filan hiçe sayan bir liderdi onların gözünde.

Menfaat odaklı toplulukları bekleyen bir kez daha aynı tuzak işte: En yakınındaki 'yabancılarını' yok sayarsan asıl kendine yabancılaşıyorsun. Evet Avrupalılar, kendi topraklarında, yanlarına sığınmaya çalışan savaş mağdurlarının gözü önünde kendilerine yabancılaşmaya devam ediyor. Birliklerin adı birlik iken kendileri ayrışma üretmeye devam ediyor.

Böyle salt kendi nefsine hizmet odaklı bir anlayışın başkalarının yararına sunacağı ancak kendi kullanmadığı ihtiyaç fazlaları oluyor. Bu da gönül genişletmeye yetmiyor. Aday ülkelerin katılımıyla Avrupa Birliği genişlese de gönlü genişletecek olan 'sevgili'lere yer kalmıyor.

İnsanlığın hayrına, yararına sunulacak her hizmet bir tür vakfetmedir. Kadim medeniyetimizden miras kalan vakıf geleneğini ve ölçütlerini böyle ibretlik dönemlerde yeniden diriltmenin tam zamanı.
#Birleşmiş Milletler
#Avrupa Birliği
#Sovyetler