Korkmayın, Viyana’yı yeniden kuşatma gibi bir hesabımız yok!

04:006/03/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
İbrahim Karagül

Oysa bizimViyana'yı yeniden kuşatmagibi bir hesabımız yok!”

Artık
terör örgütleriyle, terör saldırılarıyla, cinayetlerle
Türkiye'ye müdahale edemiyorlar.
PKK
üzerinden,
FETÖ
üzerinden, DHKP-C üzerinden tehdit edemiyorlar. Artık
medyaya yerleştirdikleri “adam”larıyla
Türkiye'ye yön veremiyorlar.


Artık

sermaye

baskılarıyla ürkütemiyorlar.

Fonladıkları STK'lar

üzerinden toplumsal projeler uygulayamıyor,

siyasi dalga

oluşturamıyorlar. Ellerindeki kartlar zayıfladı,

örtülü savaş aparatları

birer birer devreden çıktı, çıkarıldı.



Bütün Avrupa Türkiye'yi durdurma telâşına düştü


Şimdi

devletten devlete cepheler

şekillendirip, Türkiye ile aralarına kalın

duvarlar

örmeye çalışıyorlar.

Eskiden
gazete manşetleri üzerinden söylediklerini şimdi kendi Başbakanlarıyla söylüyorlar

. İç politikaları, seçim kampanyaları, medya tartışmaları, entelektüel kavgaları

Türkiye üzerinden

yürüyor.



Bütün

askeri/güvenlik

stratejilerinin merkezinde Türkiye var, ülkemizin öncülük ettiği

yeni siyasi dalga

nın durdurulması var.

“Türkiye'yi durdurmak”

en büyük hedefleri haline geldi. Avrupa'nın, Atlantik ekseni ülkelerin, büyüyen, güçlenen Türkiye'yi sınırlamak,

dizginlemek

, kontrol altına almak gibi meselesi var.



Tarihİ hesaplarımızla döndük, ortalık karıştı


Yüz yıl önce de böyle bir meselesi vardı onların.

Osmanlı'yı çözmek, siyasi haritasını dağıtmak

, İstanbul'u ele geçirmek, paramparça edilen coğrafyada onlarca uydu devlet kurmak. Bunun için yıllarca uğraştılar. Her türlü hinliği, örtülü operasyonu,

fitneyi

kullandılar.

İslam milletini birbirine düşürmeyi

başardılar. Küresel güç haritasının

tek Müslüman merkezi gücünü tarih dışına ittiler

.



Yüz yıl dolmadan biz

yeniden tarih sahnesine

döndük.

İddialarımızla döndük. Hafızamızla, tarihi derinliğimizle, siyasi hesaplarımızla döndük

. Sadece kendimiz için, ülkemiz için,

coğrafyamız için

, ortak bağımız olan ülke ve toplumlar için döndük. Hesabımız bir

tehdit inşa etmek

değildi. Özgürlüğümüzle, onurumuzla,

ülkelerimiz ve şehirlerimizle barış içinde, refah içinde yaşamak için

, o

vesayet

zincirlerini kırıp gerçekten özgür olmak için sahneye döndük.

Söz de, karar da milletin olacaktı

, bizim olacaktı.



Kuşatma, saldırı “iç işgal”


Bu niyetimiz ortaya çıkar çıkmaz

kuşatmaya

alındık. Önce

sessiz müdahaleler

başladı.

Türkiye yükseliyordu

, bu yükselişten yararlanmak istediler,

“gelin her yerde beraber çalışalım, ortak olalım”

dediler. Aslında bu

“ortak olma”

hali dolaylı müdahaleydi, kontrol altına alma çabasıydı. Baktılar bu olmadı, yetmedi, coğrafyasındaki bütün yıkımlara rağmen Türkiye sağlam adımlar atmaya devam etti.

Varacağı yer

belli oldu, belirginleşti.



İşte o zaman

açık oynamaya

, açıktan savaşa başladılar.

Vekâlet

savaşları devreye sokuldu. Ülke içinden PKK bir

“dış müdahale aparatı”

olarak yeniden formatlandı.

“İçeriden işgal girişimi”

başlatıldı. Vesayet yerine, siyasi denetim yerine silahlı işgaldi amaçları, Türkiye'yi parçalamanın

ilk adımlarını

atıyorlardı.

7 Haziran

seçimleri sonrası terörle mücadele dediğimiz şey aslında bu

iç işgal

girişiminin savuşturulmasıydı.



Proje ne kadar büyükse o kadar büyük oynarız..


Sınırlarımızın hemen güneyinden

yine PKK/HDP üzerinden

siyasi tarihimizin en tehlikeli “müdahalesi”

yapıldı.

İran sınırından Akdeniz'e

kadar ülkemizin bütün güney kapılarını kapatmak için bir harita uygulamaya, bir

kuşak

oluşturmaya başladılar.

Çembere alınıyorduk, kuşatılıyorduk..

Bu kuşak başarılı olursa nefes alamaz hale gelecektik,

hapsedilecektik

, savunma kalkanlarımız yok edilmiş olacaktı.



Proje ne kadar büyükse, Türkiye'nin müdahalesi de o kadar büyük oldu.

Birileri hâlâ kavrayamamış olsa da, meseleyi sadece PYD ölçeğinde göstermek istese de bu, çokuluslu müdahalelere verdiğimiz en

akıllıca

tepki oldu. Çünkü yıllardır hep içeriden yapılan o çokuluslu müdahaleler zincirine

ilk kez dış müdahale

, açık saldırı halini alıyordu.



Bu işte derin bir siyasi hesap var


Almanya

'nın,

Hollanda

'nın,

Avusturya

'nın, genel anlamda Avrupa Birliği'nin

Türkiye karşıtı bir cephe

ye dönüşme eğilimi,

iç politikalarıyla sınırlı

bir tepki değildir.

Derin bir siyasi hesap görülmekte, bir proje uygulanmaktadır

. Bizler her geçen gün bu projenin yeni safhalarıyla yüzleşmekteyiz.

Devamı da gelecektir

. Açıklamalar, tepkiler, reaksiyonlar, başka meseleler üzerinden daha da sertleşecektir.



ABD'nin Irak işgalinde zirveye çıkan

neocon aşırı sağ

dalga çok geçmeden Atlantik'in

doğu kıyılarını

yoklamaya başlamıştı zaten. Şimdi bakıyoruz,

Almanya/Avusturya üzerinden bir faşizm dalgası
hortlatılıyor

.

Türkiye düşmanı, İslam düşmanı, bu iki “düşman” ile açık savaşa hazırlanan bir ırkçı
yükseliş

bütün Avrupa'ya yayılıyor. Ve doğrudan devletler tarafından, sistem içinden besleniyor, yönetiliyor.



Medeniyet, kimlik eksenli ayrıştırma


Bu bir

medeniyet, kimlik ayrışması

üzerinden temellendiriliyor. Son on yılda

çokkültürlülük

gibi, bir arada yaşamak için, Avrupa değerleri gibi,

2. Dünya Savaşı

'ndan bu yana

pazarladıkları

her şeyi silip attılar. Üstelik bu hiç umurlarında bile olmadı.

Tür
kiye ile ilişkileri hep medeniyet, kimlik eksenli oldu

. Bir taraftan entegrasyon pazarlıkları yapılırken aynı ülkeler aynı zamanda

Türkiye içindeki terör organizasyonlarını destekliyor

, içerideki terör saldırılarını yönetiyordu.



Gezi

olaylarını kendi istihbarat teşkilatları

bizzat

yönetti. İstanbul sokaklarını yakıp yıktılar. Bu ülkeye hiç unutamayacağı

utanç manzaraları

yaşattılar. Hedef ortadaydı.

Erdoğan'ı tasfiye edip, etrafındakileri devre dışı bırakıp, tarihi uyanışı sabote edecekler, Türkiye'yi daha güçlenmeden yolun başında durduracaklardı

.



Durduramıyoruz o zaman imha edelim!


17-25 Aralık

'ta aynısını yaptılar. Yine aynı

tasfiye

hedefi, yine aynı amaç vardı ortada. Ama her seferinde kullandıkları örgütler, çevreler, istihbarat aparatları değişiyordu.

Biri yıpranıyor, yenisini sahneye sürüyorlardı

. Hepsi bugünler için hazırlanmış, yıllarca bu görevler için yetiştirilip beslenmişlerdi.



15 Temmuz

, bütün bunların çok daha ötesinde Türkiye'ye

açık saldırıydı

.

İstiklal Savaşı'ndan bu yana ilk kez böyle bir saldırıya maruz kaldık ve saldırı doğrudan müttefiklerimizden geldi

. Kan döktüler, Meclis'i bombaladılar, sivil katliamlar yaptılar.

Artık Türkiye'yi durdurmak mümkün değildi, öyleyse imha edilecekti

, iç savaş çıkarılacaktı.



Zaten harita çalışmaları güneyden başlatılmıştı.

Bu saldırıda, bilinen bütün terör örgütlerini, askeri ve sivil unsurları kullandılar

. Saldırı çok büyüktü,

çokuluslu

ydu, dolayısıyla zafer de yeni bir

istiklal zaferi

ydi.



Tarih yürüyüşü, yükselen ülke


Türkiye bütün bunlara rağmen yoluna devam ediyordu.

Erdoğan da yerindeydi, AK Parti de, o büyük tarihi yürüyüşü devam ettiren kadrolar da..

Millet çok daha güçlü bir şekilde bu

tarih yürüyüşünün

arkasındaydı.

Yüzlerce yıllık siyasi tarihin 21. yüzyıl hesaplaşması

yaşanıyordu ve biz, yüz yıl önce dağılan bir ülke olmaktan yüz yıl sonra yeniden

yükselen ülke

olabilmiştik.



Şüphesiz Avrupa ülkeleri bugünkü durumu bir AB meselesi, bir referandum meselesi, bir mülteci ya da iç güvenlik meselesi olarak görmüyor. İşte o yüzlerce yıllık hesapla değerlendiriyor, ona göre pozisyon alıyor. Bu yüzden tarihimizin en ağır hesaplaşmasıyla karşı karşıyayız.

Mücadele çok büyüktür, sonuçları sadece Türkiye değil bütün coğrafya üzerinde derin izler bırakacaktır

.



Uykuları kaçıyor!


Dikkat ederseniz, içerideki etki unsurları yok olmadı ama zayıfladı. Operasyon alanları daraldı. Şimdi kendi ülkelerinden, devlet olarak pozisyon belirliyorlar.

Başkentler harekete geçiyor, ardı ardına Türkiye uyarıları yapıyor

. Bu arada hâlâ içeride varolan dar çevreleri de bu arada

sahneye

sürüyorlar.



16 Nisan referandumu Türkiye için en kritik eşiğin aşılmasıdır

. Türkiye'nin yeni küresel güç haritasına göre yeniden

formatlanması

, temellerinin güçlendirilmesi, bir

üst lige

çıkarılması,

küresel ölçekte oyuncuya

dönüştürülmesi

uykularını kaçırıyor

. Çünkü bunun geri dönüşü olmayacağını biliyorlar. Tarihin değişeceğini, oyunun değişeceğini,

güç ilişkilerinin yeniden biçimleneceğini

biliyorlar.



Onlar biliyor ama bu ülkenin

gafilleri

, tarih bilmezleri anlamakta zorluk çekiyor. Referandumu

kişiselleştirip

büyük Türkiye mücadelesine ağır darbe vuruyor. Dahası,

ihanet

ölçüsünde ortaklıklara giriyor, Türkiye'yi durdurma mücadelesinden

ülkemize
savaş açanlarla aynı cephede

yer alıyor.



16 Nisan öncesi yeni müdahale başlattılar..


Gezi, 17 Aralık ve 15 Temmuz'da oluşan

dış müdahale cephesi

nin referandum üzerinden bir kez daha oluşmasının nedeni bu. PKK'dan DHKP-C'ye, Almanya'dan Avusturya'ya, FETÖ'den Atlantik İttifakı içindeki

karanlık

merkezlere kadar herkes bu cephenin içinde.



Avusturya Başbakanı'nın

“AB, Türkiye ile ilişkilerini kessin”

demesi, işin nerelere uzandığının göstergesidir. Bu sözler, Almanya'nın kısıtlamaları, içerideki ve dışarıda oluşturulan yeni cephe,

16 Nisan referandumuna karşı da bir çokuluslu müdahalenin varlığının kanıtıdır

.



Elbette olmayacak, yine başaramayacaklar, milletimiz bundan da zaferle çıkacak ve çok daha güçlü adımlarla yol yürüyecek. Ama tehlike ortadadır, iyi tahlil edilmelidir,

16 Nisan'dan önce neler yapabilecekleri

öngörülebilmelidir.



Hepsini Türkiye korkusu sarmış


“Hayır”

cephesinin, bir demokratik tercih olmanın ötesine geçip, daha önceki müdahaleler gibi,

yeni bir dış müdahale

aracına dönüşmesi gibi bir

tehlike

söz konusudur. Bu yüzden dışarıdaki cephe kadar

içerideki ortaklarına

da dikkat edilmelidir.

İç hesaplarla dış müdahale aracı haline gelenlerin

, bu küresel oyunda Türkiye'yi durdurma aparatına dönüşenlerin oluşturduğu tehdit ortadadır.



Ama yeni bir durum var:

Bundan önceki müdahaleler Türkiye'yi yeniden kontrol altına almaya, küçültmeye, sınırlandırmaya, yönetilebilir alana çekmeye dönüktü

. Referandum meselesinde gördüğümüz tablo ise farklı.

Hepsini bir Türkiye korkusu sarmış

.

Kontrol altına almak yerine etkisini azaltmaya çalışıyor, savunmaya geçiyorlar

. Bu da Türkiye'nin ne kadar güçlendiğinin göstergesidir.



Oysa bizim

Viyana'yı yeniden kuşatma

gibi bir hesabımız yok!”

#Avrupa
#Almanya
#Hollanda