Uyarıdan mücadeleye

04:0021/08/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Hayreddin Karaman

İyi zannımız devam ettiği sürece yanlışları düzeltmeye çalışmak, uyarıları yapmak şartıyla cemaatle barışık oldum. Ben ülkemizde genel din eğitim ve öğretiminin İmam hatipler, Diyanet ve İlahiyat fakülteleri merkezde olmak üzere yürütülmesini savunageldim. Başka yapıların, orta yol İslam'ında birleşmek şartıyla bu merkeze yardımcı unsur olmaları gerektiği kanaatimi muhafaza ettim. Çünkü bizim kurumlarımız merkez İslam'ın ana damarına bağlılık, açıklık ve ortak Müslüman aklı ile düşünüp davranma ilkelerine bağlı bulunuyordu. Diğer yapıların çoğu ise kendi önderlerine ait olan “tek akla” bağlı idiler. Bu ilkeler çerçevesinde işbirliği yapmanın bir şartı da bütün dini yapılarla diyalog içinde olmak idi, ben de bunu yapmaya çalışıyordum.



Şimdilerde şüphesiz olarak anlaşıldı ki Gülencilerin hedefi açıkça iktidarda olmasalar da perde arkasından daima iktidarda olmak ve ülkenin yönetimini bu şekilde ele almakmış. Cumhurbaşkanımız ( o tarihte başbakanımız) bunların söz ve davranışları ile haklarında yapılan açıklamalara bakarak iyi zannından vazgeçti, her istediklerini vermemeye ve “hayır” demeye başladı; bu tutum onların savaş ilanı için yeterli sebepti.



Şiddetlenerek sürdürülen Erdoğan karşıtı savaşın ilk adımı 2012 yılının 7 Şubat gününde yaşanan MİT krizidir. Arkasından Mayıs 2013'te beyaz Türkler tarafından Gezi olayları tertip edildi ki, bunların da arkasında örgütün olduğu anlaşılmıştır. Kasım 2013 Başında dershaneler kapatılıyor yaygarası ile başlatılan Fethullah Gülen Cemaati eylemleri açık ve amansız bir savaşın ilk adımları arasındadır. Başlangıçta toplum tarafından anlaşılamayan savaşın dış destekli büyük bir darbe girişimi olduğu, 17 Aralık 2013 tarihinde “yolsuzluk” bahanesiyle başlatılan yargı ve emniyet operasyonları ile ortaya çıkmaya başladı.



Bütün şüpheler ortadan kalkıncaya kadar sabreden, belki yola gelirler diye bekleyen Erdoğan açık mücadele kararını verdi ve benim bildiğim kadarıyla ilk sert konuşmasını 25 Ocak 2014 günü, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen “Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” töreninde başbakan sıfatıyla yaptı. Şöyle demişti:



“Yaşadığımız fetret gelip geçer, maruz kaldığımız ihanetler hiç şüpheniz olmasın milletin engin feraseti karşısında eriyip yok olup gider. Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddelerini bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkum etmiştir. İlmi iktidar vasıtası olarak görenleri bu medeniyet yine mahkum edecektir. İlmi bir sihir gibi bir efsunlama vasıtası gibi görenleri bu medeniyet yine reddedecektir. İlmi güç için, şantaj için, şebekeleşme ve örgütlenme için bir istismar aracı olarak kullananları bu medeniyet hiç kabullenmemiştir. Göreceksiniz yine kabullenmeyecektir”.



Ödül alanlar arasında vardım, aynı günün akşamı, aynı yerde yüzen fazla STK temsilcisi Başbakan Erdoğan'a destek için yemekte hazır olduk, cemaate karşı Başbakanı destekleyen ve ümmetin birliğine zarar verecek eylem ve söylemleri kınayan konuşmalar yapıldı.



İş bu raddeye gelmeden önce, henüz dershaneler meselesi gündem de iken (19-12-2013 tarihinde) bir yazı kaleme aldım, yazı ıslaha yönelikti ve mealen “devletin ali menfaati ve ikamesi mümkün olmayan iktidarın korunması yanında dershanelerin kapatılması 'özel ve önemsiz bir zarar sayılır', bu yüzden mücadeleye değmez” dedim. Yazının son kısmı şöyle idi:



“Akl-ı selim ve kalb-i selim sahiplerinin bir dönüp sağlarına ve bir daha dönüp sollarına bakmaları gerekiyor; bu iktidar kadrosunun yerine koyabilecekleri başka bir kadro varsa -ki, bana göre yoktur- bir diyeceğim olamaz, yoksa kimse pire için yorgan yakmamalıdır.


Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: 'Zarar-ı âmmı def'içün zarar-ı hâss ihtiyâr olunur.


Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir.'


Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu'nu dua ile anıyorum”.



Merhumu niçin örnek vermiştim, herkes biliyor ki, Yazıcıoğlu defalarca kendisine teklif edilen şahsi ve siyasi menfaati elinin tersiyle itmiş ve milletin, memleketin menfaati neyi gerektiriyorsa onu söylemiş ve onu yapmıştı.



Cemaat bu yazıya çok öfkelendi; çünkü onlara göre önemli bir savaş bahanesini önemsizleştiriyor, mücadelelerini meşru bulmuyordum. Bu yüzden içine beni, başbakanı ve MİT müsteşarını kattıkları bir sahte kayıt hazırladılar, bizi, merhumun şehadetinde suçlu ilan ettiler. Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış, şimdi anlaşılıyor ki, o elim cinayetin de arkasında kendileri varmış.



Önemli bir tarih hatası yaptıkları için kaydı yayından çektiler. Ben de üç gün sonra bir yazı daha kaleme aldım, önemli olduğu için bunu, inşallah Perşembe günü tekrar köşemde yayınlayacağım.




#İlahiyat fakülteleri
#Diyanet İşleri
#Muhsin Yazıcıoğlu