ABD ve Avrupa'da moderniteyi ve onun acı meyvesi olan zalim dünya düzenini kıyasıya tenkit eden önemli bilim ve düşünce adamları vardır. Bizde ise kendi din ve kültürümüze eleştirel yaklaşan, ama moderniteyi bütün değerleri ve kurumları ile adeta kutsayan “modernite müminlerinden” söz edebiliriz.
Bunların iki önemli özelliği vardır:1. At gözlüğü kullanırlar, 2.Farklı düşünce ve inançlara karşı tahammülleri yoktur.
Ben İslam'ın diğer alanlar yanında bir siyasi sistemi de ana hatlarıyla ihtiva ettiği inancını ve kanaatini taşıyorum. Bu siyasi sisteme hilafet adı verilmiş. Bazı zalim eller tarafından hilafet saltanata çevrilince kapıkulu “alimler” bunun da islâmî olduğunu savunmuşlarsa da hemen her zaman ve zeminde saltanat ve istibdada karşı çıkan gerçek alimler bulunmuştur.
Osmanlı'da istisbdada karşı meşrutiyet tartışmaları çıkınca Mustafa Sabri, Elmalılı, Said Nursi gibi alimler, Ahmed Hilmi gibi düşünürler meşrutiyeti savunmuşlar, bunun İslâmî siyasi düzene daha uygun olduğunu ifade etmişlerdir. Sonra bizim dünyamıza cumhuriyet ve demokrasi kavramları girmeye başlamış, Batı tipi demokratik cumhuriyeti İslam'a uygun bulmayan birçok alim ve düşünür “İslâmî cumhuriyet ve demokrasi” düşüncesini ortaya atmış ve bunu savunmuşlardır. Ben de bu zincirin bir halkasıyım.
Batı ve modernite müminlerine tavsiyem “tahammüllü” olmalarıdır. Kendilerinin inanma ve düşünme hürriyetleri varsa, farklı olanların da vardır ve olmalıdır.
Meşrutiyet öncesi ve sonrası bazı önemli ilim ve fikir adamlarının adlarını ve yanlış olarak görüşlerini naklettikten sonra beni ima ederek, “Bugün ise eski fetvaları tekrarlayıp “vatandaşların eşitliği” ilkesini reddeden, inanç ve hayat tarzlarına göre devletin ayrım yapmasını savunan ve buna da 'İslami demokrasi' diyen İslamcılarımız var!
Modernitenin geliştirdiği kavramlar olan 'hürriyet' ve 'eşitlik' konularını irdelemeyen ve içermeyen bir düşünce 21. yüzyılda 'asrın idrakine hitap' edebilir mi?!” diyen kişiyi de tahammüle ve nezakete davet ediyorum.
Bayramdan sonraki yazılarımda Namık Kemal ve Filibeli'nin İslam'daki eşitlik, hürriyet, rejim hakkındaki görüşlerini nakledeceğim. Görülecektir ki, onların dedikleri ile benim dediklerim arasında fark yoktur; hiçbir İslam alimi, Müslümanlara ait olan eşitlik ve hürriyetin aynıyla gayr-i Müslimlere ve islâmî kuralları alenen çiğneyenlere de tanınması gerektiğinden söz etmemiştir, edemez, ederse meşru çizginin dışına çıkmış, dini moderniteye uydurmak için icma konusu olan usulden sapmış olur.
Yerli yersiz kullanılan, maksadından saptırılan ve merhum Âkif'in bir şiirinden alınan “Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı-Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı” cümlesinin doğru anlaşılmasına yardımcı olmak maksadıyla birkaç cümle daha kurayım:
Bunu söyleyen Akif, düz yazılarında ve Safahat'ın başka yerlerinde klasik fıkıh usulünü ve bu usule uygun olarak ehil olan alimlerce yapılacak ictihadı savunur.
Onun bu beyit de dediği şey “İslam'ı asrın idrakine yani Batı modernitesine uydurmak değildir; tam aksine sahih İslam ne ise onu, bozmadan, değiştirmeden, modernite müminleri ile rüzgâra kapılmışların anlayacağı bir dilden söylemek ve anlatmaktır. Doğrudan doğruya Kur'andan alıp” derken Sünneti ve usulü dışladığını sananlar yanılıyorlar; aşağıdaki mısralarını onlara ithaf ediyorum:
Bakın ne günlere kaldık: Ya beş ya altı kopuk
Yamaklarıyla beraber ki hepsi kılkuyruk,
Utanmadan çıkıyor, içtihada kalkışıyor!
Bu hâle karşı tahammül hakikaten zor…
Kilitlidir kapı “ümmî duhât” için amma
Kıyâm-ı haşre kadar içtihad eder “ulemâ”
Düşünmüyor bu kopuklar ki: Müçtehid geçinen
Zamanın olacak muktedası irfanen.
Kitab'ı, Sünnet'i, icmâ'ı sağlam anlayacak
Hilafı yoklayacak, ihtiyacı kollayacak
Durum böyle iken, sormak gerekmez mi?
Ya içtihada nasıl kalkıyor bu sersemler ?
O içtihada ki: Dünya kadar ulûm ister!...
Sabahleyin mütefelsif, ikindi üstü fakih;
Sulaf karardı mı pek yosma bir edib-i nezih;
Yarın müverrih, öbür gün siyasetin kurdu;
Bakarsın ertesi gün içtihada pey vurdu ...
Hülâsa, bukalemun fitratinde züppelerin
Elinde maskara olduk... Deyin de hükmü verin!