İslâmî düşünce geleneğimiz devam ediyor (2)

04:0023/07/2015, Perşembe
G: 13/09/2019, Cuma
Hayreddin Karaman

Namık Kemal:Fransa'da bulunduğu sırada felsefe, edebiyat, toplum bilim, hukuk ve ekonomi öğrenmeye çalışmış, Emil Acollas'ın derslerinde Thomas Hobbes (1566-1674), John Lock (1634-1704), Jean – Jack Rousseau (1712 – 78) gibi 1789 Fransız Devriminin düşünce adamlarının öğretilerini izlemiş, aydınlanma felsefesinin ilkelerini tanıma imkanı bulmuştu. Fransa'ya gittiği zaman XIX. yy. ikinci yarısına damgasını basan bu olayları kimi yazılarında ancak güncel yorumlarla değerlendirebilen Namık Kemal'in

Namık Kemal:

Fransa'da bulunduğu sırada felsefe, edebiyat, toplum bilim, hukuk ve ekonomi öğrenmeye çalışmış, Emil Acollas'ın derslerinde Thomas Hobbes (1566-1674), John Lock (1634-1704), Jean – Jack Rousseau (1712 – 78) gibi 1789 Fransız Devriminin düşünce adamlarının öğretilerini izlemiş, aydınlanma felsefesinin ilkelerini tanıma imkanı bulmuştu. Fransa'ya gittiği zaman XIX. yy. ikinci yarısına damgasını basan bu olayları kimi yazılarında ancak güncel yorumlarla değerlendirebilen Namık Kemal'in sosyalist düşünce adamlarının öğretilerinden yoksun bulunduğu ifade edilmiştir. Rousseau'nun “Doğal Haklar” ve “Toplumsal Sözleşme” haklarına ilişkin düşüncelerini “şeriat” ilkeleriyle uzlaştırmaya çalışmış, Hürriyet gazetesinde yayımladığı makalelerinde özgürlük, eşitlik, bireyin hakları ve görevleri, devletin egemenlik hakkı, meşrutiyet gibi konuları işlemiştir. Dine dayalı meşrutiyet yönetimi istediklerini belirten Namık Kemal, Osmanlı Devleti'nin dayandığı dinî ilkeler ve kurumlar bozulacak olursa devletin varlığının tehlikeye düşeceğini ifade ederek yakın arkadaşı Kânipaşazade Sezai Bey'in Paris'te yayımladığı kitabı (Hukuk-ı Umumiye), yasaların kökenini laik ve toplumsal esaslara bağladığı gerekçesiyle eleştirir. Geleneksel kurumlara güvence vermeye çalıştıktan sonra meclislerin, kuruluşların işleyişleri, yetki ve sorumlulukları üzerinde durur. Özellikle batı uygarlığının gösterdiği gelişmelerin altını çizerek, bilimsel kurumların uygulama alanına girmesinden sonraki ilerlemeleri anlatmaktadır. Fabrika, şirket ve Müslüman Bankası gibi kuruluşların olmadığından yakınmaktadır.

Namık Kemal, aydınlanmacı devlet felsefesinin tesirinde kalmış olmakla birlikte İslam gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlıdır.

Ona göre felsefi düşüncenin ana prensibinin, dolayısıyla tabii hukuk kavramının kaynağının Tanrı'dan olması tabiidir. Ancak Namık Kemal, Tanrı'nın verdiği tabii hürriyet haklarıyla dünyaya gelen fertlerin hiçbir vakit başka bir ferdin hâkimiyetine bağlanmayacağını, devletin fertten ayrı bir vücudu olmadığını ve devletin kendine mahsus menfaati de olamayacağını ileri sürer.

Namık Kemal ayrıca Batı'dan alınacak prensiplerin İslam-Osmanlı inançları ve kuralları ile birleştirilmesi ile Osmanlı imparatorluğuna sürekli bir hayat sağlanabileceğine inanıyor, hatta ileride dünya medeniyetinin merkezi olacak bir Osmanlı ve İslam birliğinin gerçekleşebileceğini umuyordu.

Namık Kemal'e göre devlet hem yasama hem de yürütme kuvvetlerini üzerinde toplamıştır. Devlet idaresinde meşrutiyet sisteminin gerekliliğine inanır, İngiltere parlamentosunu örnek almakla birlikte bu rejimin tesisinde zaruri olan hukuki esasların bütünüyle Batı'dan alınmasına karşıdır. Çünkü İslamiyet'teki meşveretin bütün şartları içinde topladığı düşüncesindedir.

Devletin icra organı olan hükümet de her şeyden önce adaletin tesisine çalışmalıdır. Ona göre hükümet için önce adalet ihtiyacına cevap vermek gerektiği gibi, adaleti uygulayabilmek için de her şeyden önce teşride görülen aksaklıkları gidermeye çalışmak şarttır. “Devlet şeklimizin değişmesi şu anki müstebit idarenin yerine milletin kendi mukadderatını bizzat kendisinin tayin etmesine imkân verecek bir rejimin getirilmesi her işin başında gelir. Asrımızda mevcut hükümet şekilleri içinde cumhuriyet 'efdal-i hükümet' olan bir şekildir. İslamiyet bile ilk doğuşunda bir nevi cumhuriyettir. Bizde cumhur yapmak kimsenin aklına gelmez. Fakat tatbik edilemiyor diye yanlış olması icap etmez. Bu durumda bizim kabul edeceğimiz devlet şekli Osmanlı hanedanı idaresinde bulunacak bir meşruti idaredir ki bu da usul-i meşveretin ve şura-yı ümmetin tesisi ile olabilir. Biz buna şeriat ve İslamiyet namına muhtacız.” (Harun Kurt, Namık Kemal'de Din ve Sosyal Felsefe, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2001, s. 87) den naklen.

Namık Kemal, fıkıh konusuna da temas ediyor. Avrupa'nın âdil hükümlerden ibaret olan fıkhı tam olarak kavrayamadıklarını, bundan dolayı itham ettiklerini belirtiyor ve bizden de bir kaç cahilin onların bu kanaatlerine katılmalarını kınıyor. “Bir kaç nevheves, üç beş kelime Fransızca öğrenmekle adl-ü hikmetin zübdetü'l-kemâli olan islâmiyeti câhilane ve bîedebâne (edepsizce) istihzâya kıyam etmiş. Ona bakılarak ahkâm-ı diniyye oyuncâk suretinde tutulmak isteniyor” (İbret, No.7).

'Şark Meselesi” makalesinde de Namık Kemal, Avrupalıların Şarkı bilmediklerini ispata çalışıyor. “Fıkıh hükümleri memleketimizde tam olarak uygulanmış olsa İslâm'ın ne büyük din olduğunu gören Avrupa'nın bizi alkışlamaktan kendini alamayacağını” belirtiyor.

Modernite müminlerine rağmen biz, İslâmî düşünce ve çözüm geleneğimizi fıkıh yaparak çağın idrakine sunma yolunda ilerliyoruz.

(Gelecek yazıda S. Nursî)
#Şark Meselesi
#Namık Kemal
#Jack Rousseau