Bilmediğini konuşma bilmediğinin peşine düşme

04:0019/05/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Hayreddin Karaman

Dini anlatacak olanlar usulüne göre din ilimlerini tahsil etmiş, din dilini bilir, dini anlama usulüne (usulü'l-fıkh) riayet ediyor olmalıdırlar.



Herkes ancak iyi bildiğini söylemeli; bilmediğine “biliyorum”, duymadığına “duydum”, görmediğine “gördüm” dememelidir.



“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”

(İsra:17/36)



İmam Mâtürîdî bu âyetin tefsirinde şunları söylüyor:



“Ardına düşme, uyma, bilmediğin şeyi söyleme, birinin üzerine atma”.



“İlmin elde edilme yollarından (esbâb-ı ilim) elde ederek bilmediğinin peşin düşme, ona uyma, onu söyleme…”



Ebû Hanîfe- Mâtürîdî çizgisinin devamı olan Necmuddîn Ömer Nesefî (v.537/1142) Ehl-i sünnete göre hakikat bilgisinin (ilmin) elde edilme yollarını meşhur “Akaid” kitabında şöyle anlatıyor (parantez arasındaki açıklamalar bana aittir):



(Not: Bütün bu yazdıklarımı müelliflerin kendi metinlerinden okuyorum):



Hakkı temsil edenler dediler ki:



Eşyanın (yaratılmış her şeyin) gerçekliği sabittir (bunlar vehim ve hayal değildir, gerçekten vardır). Sofistler muhalif olsalar da bunları bilmek de mümkündür ve gerçekleşmiştir. Yaratılmışlar için ilme ulaşma yolları üçtür: Sağlıklı duyu organları, doğru (sâdık) haber ve akıl…



İlham ise hakkı temsil edenlere (ehl-i sünnete) göre bir şeyin doğruluğu hakkında marifet (ilim) sebebi (ilme ulaşma yolu) değildir.



Allâme Teftâzânî'nin Nesefî'nin Akidesine yaptığı şerhten de birkaç satır aktarayım:



Sâdık haberden maksat mucize ile teyid edilmiş Peygamber'den tevatür yoluyla nakledilen haberdir/bilgidir. Tevatür yoluyla değil de tek râvî tarafından nakledilen (haber-i vâhid) Resûl'ün haberi olduğu konusunda şüphe devreye girdiği için ilim ifade etmez (zan ifade eder).



“Nesefî “ilham ilme ulaşma yolu değildir” derken 'bir kimseye gelen ilhamın başkaları için ilim kaynağı olamayacağını ve onları bağlamadığını' ifade ediyor; yoksa Allah'tan feyiz yoluyla gelen ilhamın (bilginin) varlığı hem Peygamberimiz (s.a.) tarafından hem de seleften nakledilmiştir.



Bu nakıllerden sonra Ehl-i sünnete göre Müslüman olanların:



1. Hakikat bilgisini sağlıklı duyu organlarından, mütevatir olan Resul haberlerinden ve akıldan alacaklardır. Her bir Müslüman kendine lazım olanı doğrudan bu kaynaklardan almakla yükümlüdür; dünya için ömür sarfederken din ilmi için vakit ayırmayan sorumlu olur. Başka bir beşerin inandığına inanmak, dediğine uymak taklittir; taklit zan ifade eder ve ancak zarureten (dini asıl yollarından öğrenmek ve uygulamak için başka çare yoksa) caiz olur.



2. Herkes için delil olan ve uyulması gereken ilmin yolları bu üçü olup bunun dışında kalan ilham ve keşif, şeriatı uygulayan, alim, takva sahibi bir kişide gerçekleşirse bu -esbab-ı ilme uygun düşmek şartıyla- ancak o kişi için ilim ifade eder, başkaları için değil.



3. Ehl-i sünnete göre gözüyle gördüğü, kulağı ile işittiği, sahih din bilgisi kaynağından elde ettiği, aklıyla idrak ettiği ve etmesi gereken hakikate rağmen sırf telkin yoluyla bağlandığı bir beşerin emir ve talimatını uygulayan, ona teslim olan, onu şerî ilim kaynağı telakki eden kimse yoldan çıkmıştır.



Yazı uzamasın diye bir başka yazıda Ehl-i sünnetin çerçevesini çizmeye çalışacağım. Bu çerçeve bize “Kimin Ehl-i sünneti, hangi Ehl-i sünnet?” sorusunun da cevabını oluşturacak.




#Din
#İlim
#Ehl-i sünnet