Farklı dinlere tahammülsüzlük, İslam medeniyetinden bir sapmadır!

00:0024/01/2007, Çarşamba
G: 28/08/2019, Çarşamba
Hakan Albayrak

İstanbul''da bir havraya (sinagog) bombalı saldırı düzenlendiği zaman, “Bu, İslam medeniyetine de bir saldırıdır” demiştim. Hrant Dink cinayeti için de aynı şeyi söylüyorum.Ümmet-i Muhammed, tarih sahnesine çıktığı günden beri, farklı dinlerin mensuplarına saygı göstermeyi, onlarla barış içinde yan yana yaşamayı, onlarla en derin manada vatandaş olmayı bilen bir ümmettir. Gayri Müslim azınlıkları yabancı unsur olarak görmek, onları vatana yakıştıramamak, vatanı sadece Müslümanlara (veya Türk ırkına)

İstanbul''da bir havraya (sinagog) bombalı saldırı düzenlendiği zaman, “Bu, İslam medeniyetine de bir saldırıdır” demiştim. Hrant Dink cinayeti için de aynı şeyi söylüyorum.

Ümmet-i Muhammed, tarih sahnesine çıktığı günden beri, farklı dinlerin mensuplarına saygı göstermeyi, onlarla barış içinde yan yana yaşamayı, onlarla en derin manada vatandaş olmayı bilen bir ümmettir. Gayri Müslim azınlıkları yabancı unsur olarak görmek, onları vatana yakıştıramamak, vatanı sadece Müslümanlara (veya Türk ırkına) ait olarak görmek, İslam medeniyetinden bir sapmadır.

638 yılında Kudüs''ü fetheden Hazret-i Ömer (radıyallahu anh), ilk iş olarak, şehrin Hıristiyan ahalisini sahiplendiğini ortaya koyan bir ferman yayınlamıştı: : “Emir''ül Müminîn; hasta olsun, sıhhatte bulunsun bütün halkın mal ve canlarının korunacağını garanti eder. Aynı zamanda ibadet yerlerine, haçlarına ve dinlerine dokunulmayacağını temin eder. Halkın kiliseleri tahrip edilemeyeceği gibi mesken haline de getirilemeyecektir. Eskiden sahip oldukları haklar aynen muhafaza edilecektir. Ne mâlik oldukları şeylere bir halel gelecek ve ne de onlara mezhepleri konusunda bir baskı yapılacaktır...”

Fatih Sultan Mehmet''in de, İstanbul''u fethinden hemen sonra, Hıristiyanların dini kurumlarını dokunulmaz ilan ettiğini, şehirden ayrılma hazırlığındaki Hıristiyanları bu fikirlerinden vazgeçirmeye yönelik güven artırıcı tedbirler aldığını ve fetihten önce gitmiş olanları da İstanbul''a geri dönmeye çağırdığını biliyoruz.

Lübnanlı Hıristiyan yazar Emin Maaluf diyor ki:

“…O zamana kadar tarihin kıyısında yaşamış olan bu Bedeviler, birkaç onyıl içinde İspanya''dan Hindistan''a kadar uzanan uçsuz bucaksız bir alanın hakimi olmayı başardılar. Hepsinde de şaşılacak derecede düzenli, başkalarına görece saygılı ve boş yere aşırı şiddete başvurmadan… İslam tarihinde daha başlangıçtan itibaren, ötekiyle yan yana yaşama konusunda dikkate değer bir yatkınlık görülür. Geçen yüzyılın sonunda, en büyük İslam gücünün başkenti İstanbul''un nüfusu içinde başlıca Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden oluşan Müslüman olmayan bir çoğunluk bulunuyordu. Aynı dönemde Paris''te Londra''da, Viyana''da ya da Berlin''de nüfusun yarısının Hıristiyan olmayanlardan, Müslüman ve Yahudilerden oluşabileceği düşünülebilir miydi? Bugün bile, kentlerinde müezzinin ezan okuduğunu işiten pek çok Avrupalı rahatsız olurdu.” (Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, Çev. Aysel Bora, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 2000)

Müslümanlar, sıfırdan kurdukları Kufe, Bağdat, Fusta (Kahire), Rey (Tahran), Dar''ul Beyda (Kazablanka) gibi şehirlerde kiliselere ve havralara da yer vererek, Hıristiyanlarla ve Yahudilerle beraber yaşamayı, onlarla aynı memleketin insanları olmayı gayet tabii bulduklarını açık bir şekilde ortaya koydular. Şanlı tarihimizle, muazzez medeniyetimizle övünürken bu faziletin altını çizmeyi ve altını çizdiğimiz fazilete uygun davranmayı ihmal etmemeliyiz.

Hrant Dink''in cenazesi münasebetiyle düzenlenen yürüyüşe her kesimden insanların katılmış olmasını fevkalade anlamlı ve ümit verici buluyorum. Bilhassa İslami kimlikleriyle öne çıkan aydınların bu yürüyüşte yer almaları bana huzur verdi.