Halep oradaysa...

03:002/05/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Gökhan Özcan

"Merhametini yitirmiş bir kalbe acılar nasıl anlatılabilir? Gözünü kazanmaya dikmiş bir hırsla, hangi dilden konuşulabilir? Hayatın her şeyi saran katılığı nasıl giderilebilir? Çaresizliğin çaresi nasıl bulunabilir? Gün günden kendini eksiltmekte olan insan, yeniden nasıl tamamlanabilir?”



“Hayatın öz düzenini tanımayanlar, şartları kendilerine doğru yontarak yeni bir düzen kurmak istiyor. Hayatın fıtratına uymayı içlerine sindiremiyor, her şeyin kendi heva ve heveslerine uygun bir hale gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. İnsanlığın ortak menfaatlerinin yerine, kendi kirli menfaatlerini koymanın yolunu arıyorlar. Ezerek, sömürerek, çalıp çırparak edindikleri güce tapıyor, bu güçle bütün insanlığı parmaklarında oynatmak istiyorlar. Önlerine kim çıkarsa çıksın ezip geçmeye çalışıyorlar. İçlerini o kadar ihtirasla, kinle, öfkeyle dolduruyorlar ki, kendilerinin de insan olduğunu unutuyorlar. Tahrip edilenin hayatın bütünü olduğunu ve yaşanmaz hale getirdikleri her şeyi kendi hayatlarından da çaldıklarını göremiyorlar. Herkesi silip yok etseler, kendilerine kalacak olanın koca bir bataklık olacağını kestiremiyorlar. Geçmişi ve geleceği düşünemiyorlar. Kötülüğün evvelki kavimlerinin başlarına gelenlerden ders almıyorlar. Şeytani bir açlıkla sadece saldırıyor, yakıyor, yıkıyor, yok ediyorlar. Adaleti yürürlükten kaldırıyorlar, zulmü hakim kılıyorlar.”



“Tarihin dev kaleminin sarı kağıtlar üzerindeki gıcırtısını duyuyor musunuz? Tarih, olan biteni hiç atlamadan, hiç sektirmeden, hiç saptırmadan yazıyor. Komik adamları, kötü adamları, zorba ruhları, zulümleri, baskıları, entrikaları not ediyor. Mağdur edilenleri, zulme uğrayanları,insanlıkları ertelenenleri kağıda geçiriyor. Tarih hiçbir zaman yanılgıya düşmedi, şimdi de düşmüyor.”



Yıllar önce yazdığım bu satırları, yıllar sonra aslında hiçbir şeyin değişmediğini ifade edebilmek için buraya alıntılamış değilim. Aksine, biz farkında olmasak da bir şeyler değişiyor. Neyin değiştiğini bilemesek, hissedemesek de hayatın tabiatı, yani Allah'ın sünneti sebebiyle mutlaka bir şeyler değişiyor. Evet zalim yine zalim, mazlum yine mazlum... Acılar yine içimizi yakıyor ve aynalarda kendi yüzlerime bakmakta zorlanıyoruz. Buna rağmen insanlığın derin katmanlarında, kalplerin saklı köşelerinde bir şeyler değişiyor. Artık zulme doğrudan muhatap olmayanların kalplerinde de yaşananların adı konuyor. Dünyanın döndüğünü bildiğimiz halde bunu nasıl hissedemiyorsak, kalplerde her şeyin yerli yerine konmakta olduğunu da hissedemiyoruz. Çünkü hakikat sözünü yavaş söylüyor, zulüm mazlumların canı üzerinden kendini ele veriyor, mahkûm oluyor. Biz adeta bir hızlı gösterimde yaşadığımızdan farkına varamıyoruz olan bitenin.



Değil inananlar, değil insanlar, yeryüzündeki her zerre, taş ve toprak bile zulme şahitlik ediyor. Belki ömrünün vadesini doldurmakta olan bizler göremeyeceğiz ama 'insan' mutlaka kazanacak sonunda. Yakılıp yıkılan bütün o şehirler insanın hakikatini ayağa kaldıracak. Çünkü hayatın asıl hikayesi bu!



Aliya ne diyordu: “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.”



Kahırlı cümleler kurmanın sırası değil, isyana girer bunlar... Bütün hesapların üstünde Allah'ın hesabı var. Acziyetimiz, biz görmeye yanaşmadığımız için can dayanmaz çocuk cesetleriyle gözümüzün önüne konuyor. Onlara ölüler diyemeyiz, onlar cennet kuşları şimdi, her biri Hak sofrasından besleniyor.



Acziyetlerimizi kuşanıp duaya durmanın vaktidir, gözyaşlarıyla...


#Halep
#Suriye
#Ortadoğu