Gözün bakmadığını görmek

04:002/10/2017, Pazartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Gökhan Özcan

Dikkatimizi neye yönelttiğimiz önemli... Görme kabiliyeti sadece gözlerimize güvenerek altından kalkabileceğimiz bir şey değil. Gözümüzün önünde seyreden nice şey var ki aslında hiç görmüyoruz biz onları. Bu şuradan da belli ki, aynı yöne bakan insanlar hiç de aynı şeyleri görmüyorlar. Bir başka deyişle aynı yere bakan insanlar, birbirinden farklı şeyler görebiliyorlar. Bu da demek ki, aynı yere, yöne, hadiseye, manzaraya ve hatta aynı şeye bakan insanlar bile aslında aynı şeyi görmüyor. Gözlerimiz

Dikkatimizi neye yönelttiğimiz önemli... Görme kabiliyeti sadece gözlerimize güvenerek altından kalkabileceğimiz bir şey değil. Gözümüzün önünde seyreden nice şey var ki aslında hiç görmüyoruz biz onları. Bu şuradan da belli ki, aynı yöne bakan insanlar hiç de aynı şeyleri görmüyorlar. Bir başka deyişle aynı yere bakan insanlar, birbirinden farklı şeyler görebiliyorlar. Bu da demek ki, aynı yere, yöne, hadiseye, manzaraya ve hatta aynı şeye bakan insanlar bile aslında aynı şeyi görmüyor. Gözlerimiz aklımızdan, fikrimizden, duygularımızdan bağımsız hareket etmiyor, bir optik ezberle faaliyet göstermiyor. Öyle olsaydı herkesin aynı yere baktığında aynı şeyi, şeyleri görmesi gerekirdi. Basit bir yere varmaya çalışıyorum bütün bunları ifade ederken: İnsan, baktığı yere aslında içinden bakıyor, her olan biteni içinden görüyor. Optik süreç, işin sadece mekanizmasını açıklıyor, görmenin içeriğini belirleyen insan ruhu... Bugün artık bir klişeye dönüşen, ‘Bakmakla görmek aynı şey değil’ ifadesi üzerinden bu derin hakikatin civarına geliyoruz sık sık. Ama bunun üzerinde tefekkür etmeyi pek az deniyoruz. Oysa varlık üzerinde çok ufuk açıcı bir muhasebenin kapısı orası...


“Duyarlı bir insan açısından her karşılaşma, duyguların ve anıların uyanmasına yol açtığından, yararlı ya da zararlı olur. Tutkusuz insanlar ise, gezici kalıplardan farksızdırlar, ne dolabilirler ne de taşabilirler; donmuş kaleler gibi yeryüzünde gezinir dururlar” diyor ‘Körleşme’de Elias Canetti.

“Bugün hiç görmediğim bir şey gördüm” dedi beyaz saçlı adam, “oysa hiç bakmadığım bir şeye bakmış değildim!”

Aynı kitapları okuyan, aynı filmleri izleyen, aynı şarkıları dinleyen, aynı yerlere seyahat eden, aynı sözlere kulak veren insanlar bu yaptıklarının neticesinde aynı yere varmıyor. Kimi yerinden bile kıpırdamıyor, kimi az, kimi çok mesafeler alıyor. Bu yaptıklarından hayatlarına bir şey katanların aynı kazanımları elde ettiklerine de pek az rastlıyoruz. Herkesin dışarıdan aldıklarıyla farklı bir ilişkisi ve etkileşimi var. Dolayısıyla insanlar ve muhatap oldukları şeyler hakkında günümüzde çok yaygınlaşmış bulunan tek tip yargıların gerçekte pek bir hükmü yok. Her insanın, mesela Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sı ile, mesela Bergman’ın ‘Persona’sı ile, mesela Beethoven’in ‘Silence’ı, mesela Firdevsî’nin ‘Şehname’si ile alışverişi farklı ve tabiatıyla bu ilişkiden her eser özgün, biricik bir anlam ve yorum kazanıyor.

“Sözlerimden ne anladın? diye sordu kadın. “Muhtemel ki hiç söylemediğin bir şeyi!” diye cevapladı adam.

İnsan kendi içinden geçene kulak vermediğinde aslında hayatını dolduran anlama tümüyle sağır kalmış oluyor; çünkü başkalarını tam olarak duyabilmesi, sözlerinin bütün anlamlarına erişebilmesi zaten mümkün değil!

Aşık Tüccarî Baba’dan yine okkalı bir dörtlük: “Uğradım bârigâhına hâbda canan bî haber/ Yüz sürdüm hâk i payine sahip-zaman bî haber/ Bülbül gülün hasretinden ömrünü sarfeyledi/ Soldu gül bozuldu gülşen bağda bağban bî haber”.

Dünyada şahidi olduğu her bir şeyi içine tercüme ettiren insanlar da var.

“Görülecek her şey” dedi meczup, “şu aciz bir çift gözün gördüğü kadar mı sanıyorsun?”

#Aşık Tüccarî Baba
#Elias Canetti