Bir ihtimal içinde sonsuz ihtimal

04:006/02/2017, Monday
G: 17/09/2019, Tuesday
Gökhan Özcan

“Hayret!” dedi şaşkınlıkla meczup, “Artık hiçbir şeye hayret etmiyor insanlar!”

Hayatı şehirlerimiz, meydanlarımız, yollarımız, evlerimiz, mobilyalarımız gibi sert çizgilerle, düz ve keskin hatlarla düşünmeye ve algılamaya başladık. Çevremizdeki şeylere verdiğimiz şekiller, zaman içinde kavrayışımızı da etkiliyor. İç içe yaşarken tabiat öyle değildi oysa, her şeyin kendi şekli içinde anlamlı ve görünür olduğu sonsuz ayrıntıların ve ihtimallerin dünyasıydı orası. Her renk çiçeğin, her çeşit yaprağın, her börtü böceğin bir ağacın gökyüzüne doğru yükselişinin, bir derenin her kıvrımının, her ulu dağın, her beyaz bulutun, her tatlı esintinin sadece kendine özgü bir karakteri, şekli ve hikayesi vardı. Tabiatın içindeki insanın da hayata, insana, insanın derinliklerine, duygularına dair ayrıntıları hesaba katan bir idraki ve o ayrıntılarla sonsuza uzanan ihtimallerin bilinemezliğine dair bir tasavvuru, bir hayreti vardı. Şimdi insanı da, hayatı da, bu ikisinden doğan ihtimalleri de düz çizgilerin, keskin hatların sınırlı ifade edilebilirliği içine hapsederek kavrıyoruz. Bu bizi içimizden yoksullaştıran, yoksunlaştıran bir şey... Ayrıntıları kaybettikçe basitleşiyor, eksiliyor, sığlaşıyor bakışımız, görüşümüz, kavrayışımız ve nihayet ifade edişimiz...



“Gözüm seğiriyor” dedi kanepede oturan. “Bu şekilde başlayan sonsuz sayıda hikaye yazılabilir” dedi pencereden dışarıya bakan.



Gerçek bir muhayyile insana şunu yapar; kişi içinde noktayı koyacak hiç bir yer bulamaz. Ömrü, sanki gözünü aleme yeni açmış minik bir kelebekmişçesine, virgüllerle uzayıp giden sonsuz bir cümlenin içinde o güzellikten bu güzelliğe zaptedilemez bir heyecanla uçup gitmekle geçer.



“Görüyor musunuz?” dedi beyaz saçlı adam. “Neyi?” diye sordu etraftakiler. “Bir anın içinde yaşanan ve zamanın içinde sadece bir kere olan sonsuz sayıdaki şeyi...” diye cevapladı gözlerini dalıp gittiği yerden hiç ayırmadan.



“Barok komodinde bir ölüm kurdu,/ çıtırdatır kurumuş tahtaları habire./ Vızıldar bir sinek, üzgünce bir türkü,/ çöker de on üç cilt Schopenhauer üstüne.” demiş 'Antikalar' isimli ilginç şiirinde Wolfgang Borchert (Behçet Necatigil çevirisiyle). Topu topu 26 yıl süren kısacık hayatı fazlasıyla dramatiktir Borchert'in, kendine özgü hikayeleri de öyle. Hikayelerini topladığı 'Bu Salı'ya ara ara geri döner, yeniden dolaşırım içinde, ürpertiyle.



Bilen bilir Neşe Kutlutaş içeriden yazan, insanı hemen kavrayan özel bir kalemdir. Yeni kitabı 'Companero Rosita'da yaşanmış ve bizim de aşina olduğumuz çok çarpıcı, çok dokunaklı bir hikaye anlatıyor bize, okumayan kaybeder, benden söylemesi...



Baktığı her insanda kendi hayatına katacak bir başkalık, bir güzellik gören insanlar da var.



Hiçbir hayat sıradan değil... Her insan kendi hikayesi içinde sayısız başka hikayeyle temas halinde... Her hikaye az ya da çok bir başka hikayenin de parçası aynı zamanda... Sonsuz sayıda iplikçikle birbirine bağlanan akıl almaz bir hikaye ağının içinde birbirini tamamlıyor hikayeler. Şehrin meydanına çıkın ve oradan geçen her insanın yürürken elindeki farklı renkteki bir yumağı çözerek ilerlediğini canlandırın gözünüzde. Her insan kendi hayatının seyrini görünür kılmış olsun kendine özgü rengiyle. Bu faaliyet sadece bir gün sürmüş olsa bile, o meydan sayılamayacak kadar çok ipin oluşturduğu rengarenk bir mozaikten görünmez hale gelecektir. Bir de bütün zamanları, bütün insanları düşünün aynı şekilde!



“Hayret!” dedi şaşkınlıkla meczup, “Artık hiçbir şeye hayret etmiyor insanlar!”

#Tabiat
#İnsan
#Wolfgang Borchert