I-
Müsaadenizle gündemi bir hikaye üzerinden okumak istiyorum.
“Bedevi bir gün çölde seyahat ederken uzaktan çaresizlik içinde kendine el sallayan bir adam görmüş. Ve hemen devesini ona doğru sürmüş. Zavallı adam uzun günler aç ve susuz kalmanın sonucu bitap düşmüş bir halde gelen bedeviye seslenmiş: “Lütfen biraz su.” Bedevi devesinden inip suyu hazırlarken adam kendinden beklenmeyen bir çeviklikle bedevinin devesine atlamış ve hızla uzaklaşmış. Bedevi durumu fark eder etmez dönmüş ve tüm gücüyle arkasından koşmaya başlamış. Sesini duyurabileceği bir mesafeye erişince bağırmış: “Tamam devemi aldın. Beni bu çölde bir başıma bıraktın. Varsın olsun. Ama senden rica ediyorum bu olayı yaşadığın müddetçe kimseye anlatma!”
Devesini hatta canını değil de olayın başkalarına anlatılmamasını önemseyen bedevinin bu sözlerini duyan adam birden durmuş, geri dönmüş ve sormuş: “Niçin bu olayın başkalarına anlatılmamasını bu kadar şiddetle istiyorsun, hikmeti nedir?” Bedevi “İnsanlar bu olayı duyarlarsa bir daha çölde aç ve susuz kalmış hiç bir insana yardım eli uzatmazlar da ondan” diye cevap vermiş.”
Okumuş olduğunuz hikaye, Pazartesi günü sosyal medyada Esra Demir adlı takipçimden geldi: Hikayeyi ilk okuduğumda Pazartesi günü yayınlamış olduğum yazı üzerinden gönderildiğini düşündüm. Sahtekar dilenci haberi üzerinden ihtiyaç sahibi olmayanların dilenme sırlarını medya üzerinden faş ettiğimizde, gerçek ihtiyaç sahiplerini görmeme üzerinden bir tutum geliştirme tehlikesine dikkat çekmeye çalışmıştım yazımda.
Fakat günün ilerleyen saatlerinde hikayeyi çok başka yerden okuyacaktım. Suruç katliamı üzerinden. Canlı bomba ile 32 gencin hayatını kaybettiği onlarca kişinin yaralandığı Suruç katliamı üzerinden.
Kobani'ye hatıra ormanı, kütüphane, çocuk parkı inşa etmek için yola çıkan idealist gençlerin başına gelenler yukarıdaki hikayeye ne kadar benziyor.
Benzemeyen bizim tavrımız. Hiçbirimiz çölde devesi elinden alınıp açlığa ve susuzluğa terk edilen Bedevinin gösterdiği basirete sahip değiliz.
En çok ihtiyacımız olan şey basiret ve feraset.
Her olayı kavga vesilesi yapmayalım. Tam tersine her olaydan ibret çıkartalım.
İdeolojik görüşü, yaşam tarzı ne olursa olsun yaraları sarmak için meşakkate katlanan her faninin, Allah'ın Rahman sıfatına nail olacağını aklımızdan çıkarmayalım.
Dünya hala yaşanacak bir yer ise, başkalarının acısına merhem olmaya çalışanların yüzü suyu hürmetine.
Kanlı katliam ile aramızdan ayrılan 30 genç için her birimizin yüreği yanmalı ve ailelerine sabrı cemil dilerken samimi olmalıyız. Ve asla gençlerin ölümünden elverişli isyan cümleleri kurmaya kalkmayalım.
Hepimiz aynı geminin içindeyiz. Birimizin ani tavrı, aşırı reaksiyonu gemiyi azgın sulara yem eder.
Her türlü öfkeye dirayet ve metanet ile karşı koyabilmeyi başarmak zorundayız.
21 yüzyıl haberlere rağmen insan kalmaya çalışmanın yüzyılı olacak.
Sosyal medyada her yangına benzin taşıyanlara bakıp daha ne kadar bölüneceğiz diye karamsar iklim üretmeyelim.
Gerçek yenilgi umudun bittiği yerde başlar.
Daha ne kadar bölüneceğiz diyen SEN, birleştirmek için ne yaptın/ne yapıyorsun/ne yapacaksın, sor kendine!
II-
Bayramın sosyal medyasında şu mesajlara rastladım: “İnsanlar açlıktan ölürken, savaşlar devam ederken bayram olmaz. O halde bu bayram benim bayramım değil.”
Sana her gün bayram zaten her şeyi kendine yontanların kralı, kraliçesi.
Böyle bayramlar olmaz olsun diyerek mesuliyetten kaçmayıp dertliye deva olanlarla bayramlar bayram olacak. Bayramı tatil ile nikahlayıp nerde keyfimize bakalım diyenlerle ne bayramlar bayram olur ne seyranlar seyran.
Hep kendine yontanların benciliği ile dünya hepimize dar.
Dünya hiçbir zaman hiç kimsenin burnunun kanmadığı bir yer olmadı. Değil mi ki cinayet Hz. Adem'in iki oğlu arasında vuku buldu, dünyanın mayasına da katliam karıştı.
Her devirde ölümler, zulümler katliamlar vardı bundan sonra da var olacak. Sorun bizim kimin tarafında olduğumuz. Bir kişinin ölümünü alemin ölümü bilip bilmeyişimiz esas mesele.