Ülkemiz zor günler geçiriyor. Peki toplum olarak, toplumdaki bireyler olarak bu zor günlerde gösterdiğimiz hassasiyet ve dikkat hangi ölçülerde?
Bu sorunun cevabını geçtiğimiz Pazartesi günü tiviter hesabım üzerinden test ettim.
Nasıl mı?
Pazar günü, tanık olduğum bir konuşmayı formel dile çevirerek yayınladım.
İki kadın konuşuyor: “Ay her 29 Ekim'de bir tantana koparılıyor. Maksat kutlama olmasın!/Aynen.”
(Kadınların ifadesini televizyon dilinin komplo cümlelerine çevirerek tivitledim: 2014 Cumhuriyet Resepsiyonu iptal edilmişti. Ankara katliamının “Ekim zamanlaması”, 2015 Cumhuriyet Resepsiyonunun da yapılmaması için mi?)
Esasında kadınların cümlesi bana normal olarak kasap et derdinde keçi can derdinde dedirtirdi. Ama biraz önce minibüs şoförü ile yanındaki adamın “Abi bu 10 mesajının çözülmesi lazım. Bak olay onuncu ayın onunda saat 10'da gerçekleşiyor. Bu muhakkak bir şifre” temalı konuşmalarına şahit olunca...
2014 Ekim ayında ne olmuştu? Zihnimi yokladım. Soma faciası mı olmuştu acaba?
Sorunun cevabını “allame”den öğrenmek yerine karşılaştığım herkese sordum. Geçen sene 29 Ekim'de ne olmuştu? İlk tepki “bir şey mi olmuştu?” şeklindeydi.
Kadınların tutumunu katliam meydanında elinde sigara, güneş gözlüğü ile fotoğraf çektiren “o adam”ın tavrıyla birlikte düşünerek “duyarsız albüm insanı” kategorisinde mi değerlendirecektim?
O kategoride değerlendirmeme engel olan şey, kadınların konuşmasına tanık olunca ne biçim konuşuyorlar diye şaşırmak yerine “ya ne olmuştu geçen sene diye zihnimi yoklamam” herhalde.
Fakat diğer taraftan bir yıl önce yapılmayan 29 Ekim kutlamalarını ne vesile ile hatırlamış olduklarının da izini sürmek istedim. Çocuklarının okulundaki kutlamaların ertelenmesi dolayısıyla mı hatırlıyorlardı acaba? (Gösteri için kıyafet almışlar ve çocuklar o kıyafeti giyememişti. Olayın annelerin hafızasında yer etmesi için bu durum yeterince önemliydi.)
İkinci bir tahmin kadınların 29 Ekim dolayısıyla davetli oldukları bir organizasyona katılamamış olmalarından /ve bu sene de katılmalarının söz konusu olmaması üzerinden yürütülebilirdi.
Ya da benim bilmediğim bir medyada aşağı yukarı bu minvalde bir cümle geçmiş “aynen” formatında düşünmeyi iş edinen necip halkım için başkasından duyduğunu tekrarlamak sorun olmamıştı.
Kadınlara gidip sormam ortamın gerginliğinden dolayı pek mümkün olmayacağı için onların cümlesini olabildiğince formel hale getirerek insanların seçici algısını görmek üzere tivitledim. Beni tanıyanlar ne olduğunu anlayamadılar hali ile. Çünkü aynı gün yayınlamış olduğum köşe yazısı ile attığım tivitin ne frekansı ne de muhtevasının bağdaşması söz konusu bile olamazdı.
Mesela gazeteci Rıdvan Akar “Anlayamadım, izah eder misiniz?” dedi. Kendisine DM olarak bu cümlenin Pazar günü tanık olduğum bir “çarşı konuşması” olduğunu belirten bir mesaj yazdım.
Bu arada tepki alınca çark ettiğimi yazma cüretinde bulunanlar/bulunacaklar için Rıdvan Akar'ı tanık olarak gösterdiğim için kendisinden özür dilerim. Ne var ki “Yeni Şafak yazarının attığı tivit sosyal medyayı salladı. Kendisine soru soran Rıdvan Akar'a Barbarosoğlu cevap vermedi” diye “haber geçilince” adını anmak farz oldu.
İşin ilginç tarafı da kimi takipçilerim ve okuyucularım “bu kimden alıntı” ya da ne demek istediniz diye sorarken; tivit pek de rt edilmediği halde bir anda onlarca “küfürcü” birikti.
“Yeni Şafak'ta yazan başörtülü kadın” klişesi üzerinden bolca BİZLİ ve SİZLİ ve zaten içeren hakaret cümleleri kuruldu.(Onlar demiyorum dikkatinizi çekerim.)
Sorsanız bu tivitleri yazanların hepsi barış istiyordur.
Saat 15 civarında yayınladığım tiviti saat 21 civarında kaldırdım. Kaldırırken bunun bir test olduğunu söyledim. Evet test.
Neyi test etmiş oldum? Bendenizi, yazdıklarım üzerinden tanıyanların dışında hiç kimsenin tivitin ne dediği ile ilgilenmediğini…Rasyonel bir dile ile eleştirecek cümlelerin hiç kurulmuyor oluşunu… Sanki birisi “şurada linç edilecek biri var” demişti ve “ekip” neden, niçin demeden görevini ifa etmek için seferber olmuştu. Çünkü “Sosyal medya ahalisi” muazzam bir dikkat dağınıklığı ve idrak yoksulluğu içinde.
Bendenize gelince …Formel hale getirerek tivitledğim cümlelere kulak misafiri olduğumda iki şey düşündüm: Gündelik hayatın sürekli komplo üreten bir dile yaslanması. Ve aynı zaman dilimi içinde yaşayan üç kişi olarak kadınların nezdinde 29 Ekim 2014 bu gün ile mukayese edilecek kadar canlı iken ben o tarihte ne olduğunu ilk etapta niye hatırlayamamıştım?
Devam edeceğim. Ama bu yazıdan bir şey anlamamış olanlar için son bir önerme çıkarayım müsaadenizle. Türkiye'nin sadece “güvenlik sorunu yok” belki ondan daha önemlisi “güven sorunu”var.
Sosyal medyanın güven sorununu nasıl büyüttüğüne dair düşünmeye devam edeceğiz inşallah.
Birbirini suçlamak ve aşağılamak üzere yarışanların her geçen gün arttığı bir ülkeye barış değil savaş gelir arkadaşlar. Biraz idrak!
Gördüğünüz “saçma tivitlere” yorum yazmak yerine siz daha güzelini ortaya koyun.İçinizdeki hayat öfkesini beyhude siyasi duruş,taraftarlık,yandaşlık üzerinden gidermeye kalkmayın.
Unutmayın siyaset mesafe ve idrak ile icra edilen bir eylemdir.