“Kadınlara yönelik şiddet  genç kızları korkutuyor”/Kederli dindar kızlar(2)

04:0010/08/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Cuma günü yayınladığım mektup, tahmin edileceği gibi genç kızlar ve genç kız babaları tarafından altına imza atılacak kadar beğenildi. Genç kızların duygu ve düşüncelerine tercüman olan satırlar o kadar çok beğenildi ki “o mektubu yazan kişiyi” tanıyorum diyenler olduğu gibi, “mektup yazmadığımdan emin olduğum halde, ben ne ara bunları yazıp da size ulaştırdım acaba diye düşünmeden edemedim” diyenler de oldu.Bu mektup niçin bu kadar çok paylaşıldı sorusuna gelen cevap ise şöyle oldu: “ O mektubun

Cuma günü yayınladığım mektup, tahmin edileceği gibi genç kızlar ve genç kız babaları tarafından altına imza atılacak kadar beğenildi. Genç kızların duygu ve düşüncelerine tercüman olan satırlar o kadar çok beğenildi ki “o mektubu yazan kişiyi” tanıyorum diyenler olduğu gibi, “mektup yazmadığımdan emin olduğum halde, ben ne ara bunları yazıp da size ulaştırdım acaba diye düşünmeden edemedim” diyenler de oldu.

Bu mektup niçin bu kadar çok paylaşıldı sorusuna gelen cevap ise şöyle oldu: “ O mektubun sahibi bir değil binler.”

Peki yazıyı/mektubu reddedenler cephesinde neler oldu?

Yazı paylaşım rekorları kırdığı için öteden beri bendenizin okuyucusu olmayan, bu mektup vesilesi ile karşılaştığımız “okumadan yorumlayan” lar grubunun öfkesi cümle olarak şöyle ortaya kondu: “Devleti yıktınız şimdi de sıra aileyi yıkmaya mı geldi!”

Şiddet üzerinden tepki ortaya koyanları önemsemiyorum. Anma sebebim, sizlerin de her an başınıza böyle bir “kuşatma” gelebilir sakın ola ne olduk/ toplum ne kadar bozuldu endişesini yaşamayın diye uyarmak için. Bu tipler her devirde vardı, var olmaya da devam edecektir. Fark, teknolojinin imkanlarının saklandığı yerden saldıranları güçlü gibi göstermesidir.

Fakat “saklanarak saldıranlar”ın dışında da tuhaf tepkiler ortaya koyanlar oldu. Mesela: “Toplumu kadınlar ve erkekler olarak bölmekten ne anlıyorsunuz? Siz yazarlar bu kutuplaştırmadan para kazanıyorsunuz ” diyenler...

“Bölünme algısı” üzerinde durmakta fayda var. Her türlü kategorik ayrımı ortadan kaldırarak “BİZ” olabileceğimizi zannedenler siyasi sorunların sıkıntısını sosyal meselelere transfer ediyor.

Bazıları “Ne diye toplumu dindarlar ve dindar olmayanlar diye ayırıyorsunuz” diye sitem ederken bazıları da “ Toplumu kadınlar ve erkekler diye ayırarak fitne saçıyorsunuz” diyor.

Bu tavrın temelinde “korku” var. O kadar çok siyasi olarak bölünme korkusu yaşıyoruz ki, günlük hayıtımızdaki kategorileri bile bölünme korkusu üzerinden idrak eder hale geliyoruz.

Mektupta yazılanların genellenemeyeceğini söyleyenler var bir de...

Mektupta yazılanların genellenemeyeceğini söyleyenleri kabaca iki gruba ayırmak gerekiyor.

1- Mektuptaki şikayetlerin genellenemeyeceğini söylemek esasında genel olmayan hiçbir tespiti kabul etmeyiz anlamına gelen genelleyici bir yaklaşım.

2- Eşinin kariyeri için işini bırakan, çocuklarına bakan bazı babalar mektup sahibinin dile getirdiği eleştirileri kendisi gibi erkeklere yapılmış haksızlık olarak gördüler.(Önümüzdeki hafta Türkiye'de erkek olmanın güçlükleri başlığı altında bu konuları yeniden ele alacağımız için bu konudaki görüşlerimi şimdilik saklı tutuyorum.)

“Mektupta söylenenler genellenemez, tekil örnekleri yazı konusu yapmanız anlamsız” diyenler ise sanırım Mars'tan aramıza katılan arkadaşlardan oluşuyordu.

Cuma günü yayınladığım mektuba gelen tepki ve yorumları genel hatlarıyla böylece ortaya koyduktan sonra sizlere bir mimarın mektubunu sunmak istiyorum. Mektup evliliğin bireysel tercihler kadar toplumsal değişimle ilgili olan yüzünü ortaya koyuyor. Buyurun:

“Tarih boyunca kadın, karşı cinsine göre pasif rolü üstlenmiş buna rağmen üstüne düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Anne, eş, ev hanımı, çiftçi vb. kompleks rollerin içerisinde olan kadın hayatı boyunca birçok fedakarlıkta bulunmuştur. Zamana bağlı olarak değişen insan; kadın ve erkek rollerini değiştirmiştir. Yapılan yanlış bir yaklaşım dahi zincirleme nesilden nesile aktarılmıştır. Çünkü dünyaya gelen yeni bireyi anne babası yetiştirecektir. Babanın anneye şiddet uygulaması; çocuklarının şiddet eğimli birey olma olasılığını yükseltir.

Bir anne için 'Altın bileziğin kola takılması' fiilen bir genç kızın diplomasını eline almasıdır. En azından benim annem için bu böyle. Küçüklüğümden beri eğitimimi tamamlamam için dile getirdiği bu cümle; bir mimar adayı olarak eğitim-öğretim hayatımı olumlu etkiledi. Zaman geçtikçe annemin ne demek istediğini daha iyi anlayabiliyorum. Anne çocuğunu yetiştirirken kendisinde eksik olanı vermeye yönelir. İster ki çocuğu ekonomik ve sosyal zorlukları çekmesin. Güçlü olsun. Söz sahibi olsun. Değeri bilinsin.

Günümüzde kadınların evlenme yaşını geciktirmesi en çok da güven probleminden kaynaklanmaktadır. Her geçen gün artan kadınlara yönelik şiddet ve ölüm, bulunduğumuz ortamı ve düşüncelerimizi etkilemektedir. Doğal olarak genç kızlar ve onların anneleri aynı durumu ben de benim kızım da yaşar mı endişesini taşıyarak kendisini güvence altına almak istemektedir. Eğitim ve iş de bu sebeple birinci sıraya gelmekte.”

D.Z./Mimar

Mektubu okudunuz. Şiddet olaylarının haberleştirilmesi konusunda ciddi bir sıkıntımız var. Yapılan eylemi değil eylemi yapan öznenin kimliğine odaklanan dil yüzünden Türkiye “Erkeklerin kadınları öldürdüğü” bir ülke imajı içine yerleştiriliyor. Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada erkeklerin şiddet gösteren özne olarak sayısı yükseliyor.

O halde hepimizin cevaplaması gereken soru şu: “İyi hayat nedir?”

Devam edeceğiz inşallah.

Meraklısı için not: Mektup etrafında yapılan yorumları okumak için okuyucularımın Fatma Barbarosoğlu adına açmış olduğu facebook hesabına bakabilirsiniz. Ayrıca @Fatma_Barbaros twitter hesabının favoriler kısmından gelen yorumları okuyabilirsiniz, bir hafta sonra bu yorumları sileceğimi şimdiden söylemiş olayım.
#facebook
#mektup
#Cuma