Suriyeli Ahmed'in haberini biliyorsunuz. İzmir”de bir lokantada mendil satarken lokanta görevlisi tarafından dövüldüğü iddia edilen Ahmed'in hikayesini...
Haberin birinci aşamasında burnundan kan akan bir çocuk, ve çocuğun naylon poşetinden yere dökülmüş kağıt mendil paketleri vardı.
Haberin ikinci aşamasında, “bütün Türkiye” adı bile bilinmeyen Suriyeli çocuğu bulmak için seferber oldu.
Haberin üçüncü aşamasında ise, aranan Suriyeli çocuğun bulunduğu, adının Ahmed olduğu ve ailesi ile birlikte lüks bir otelde tatil yaptığı servis edildi necip medyamız tarafından.
Haberin aşamalarına yakın plan tekrar odaklanalım.
Olayın birinci aşaması: Lokantada mendil satan bir çocuk. Mendil satmak dilenmenin bir derece yukarısı sadece.
Hiçbir kurum masaların arasında dilenen insanların olmasını istemez.
Diğer taraftan masalarda yemek yiyen insanlar da dilenen özellikle de dilenen çocuklarla muhatap olmak istemez.
Bu satırlardan lokantada mendil satan çocuğun şiddet görmesini onayladığımı düşünmeyecek kadar basiretli okuyucuya sahip olduğum inancı ile yazdığımı söylemek isterim.
Yanlış olan, mendil satan çocuğun şiddet görmesidir. Lokantada mendil satmasının engellenmesi değil.
Eğer haberin dilini çocukların her yerde dilenme/mendil satma özgürlüğü üzerinden servis edersek iki yüzlü bir dil geliştirmiş oluruz.
Riyakar bakış; olayları analiz etmemizin, anlamamızın, anlayarak çözüm üretmemizin önündeki en büyük engeldir.
O halde öncelikli meselemiz, sokaklarda, kavşaklarda dilenen çocuk gerçeği ile yüzleşmek olmalı. Suriyeliler gelmeden önce de sokaklarımızda dilenen çocuklar vardı. Dilendirilen çocuklar vardı. Dilendirilen çocuklarla karşılaştığımızda ne yapmamız gerektiğine dair her birimizin kafası karışık. Bu çocuklara para verdiğimiz zaman daha çok çocuğun dilendirilmesine zemin hazırlamış olacağız. Görmezlikten gelerek geçip gitmek vicdanımıza aykırı .
Peki bu haberi Suriyeli çocuk olarak yapmak bize ne kazandırır? Grup kimliğine odaklanarak göçmenleri incitmiş oluruz. Sadece Suriyelileri incitmekle kalmayız, kullandığımız dil yüzünden sosyo -ekonomik seviyesi yüksek Suriyelilerin bir müddet sonra Türkiye'yi terk etmesine neden oluruz.
Ülkemizde sadece hiçbir yere gidemeyen hiçbir iş yapamayan Suriyeliler kalır ki, bu durum uzun vadede başımıza olmadık işler aşar.
Ülkemize gelen Suriyeliler sadece sokaklarda gördüğümüz insanlardan ibaret değil. Şehirli, üniversite mezunu sanatçı ve zanaatkârlardan oluşan bir kitle var. Eğitimli Suriyeliler ile kırsal kesimden gelen Suriyelileri bir arada düşünerek, sağlıklı ve işlevsel bir imaj yönetimi gerçekleştirmek zorundayız.
Haberin ikinci aşamasında “bütün Türkiye” “dövülen Suriyeli çocuk”u aramak için seferber. Neden seferber? Çünkü olanları Cumhurbaşkanımız görmüş ve olaya müdahale etmiştir. O halde Türkiye olarak görmemiz gerekenleri göremeyişimiz üzerinde durmamız gerekiyor.
Kameranın gözü olanı biteni bize servis etmediği zaman, sosyal dokudaki yıpranma ve yırtılmayı görmüyoruz.
Toplumsal bir yarayı kendi yapısı içinde görmeyi reddederek ya siyası otoriteye zarar vermek ya da siyasi otoriteye yaranmak için
Haberin üçüncü aşaması ise tam Türk tipi son: Çözümsüz çözüm.
Suriyeli Ahmet ve ailesinin beş yıldızlı otelde tatil yaptığını öğreniyoruz “turistik dil” üzerinden kotarılmış haberler vesilesiyle.
Ahmed ve kardeşleri tatil yapıyor, annesi tatilden pek memnun ,savaşın yaralarının böylece sarıldığını söylüyor falan filan.
Savaşın yaralarının üç günlük lüks otel tatili ile sarılacağına gerçekten inanıyor musunuz?
Ahmed'i incittiniz. İncitmenizin bedelini üç günlük lüks otel ile değiş tokuş etmeye kalkmak da nedir?
Biraz izan. Biraz.
10 metrekare mekanda 12 kişilik hayatına geri dönecek olan insanlara 3 günlük lüks otel tatili “armağan” ederek esasında ne yapmış olduğunuzu sahi hiç düşünmediniz mi?
Zihindeki yarılmayı derinleştirdiğinizi, “başkalarının güzel hayatı”na o kadar yaklaştırdıktan sonra kendi sefil hayatlarına geri döndüklerinde o çocukların ve ailesinin duygusal açıdan ne hale geleceğini hiç aklınıza getirmediniz mi?