Olay geçen hafta yaşandı. Baba tarla sularken yaralanan kızını ambulansla hastaneye yetiştirmiş, bir yanı kahır bir yanı umut bekliyor. Ayağında çizmeleri, çizmelerinde tarlanın çamuru, elinde cigarası. Yanındakine dert anlatıyor.
Derken bir doktor hanım geliyor. Efkarlı babanın hayırlı haber beklentisinden bunalmış şekilde “O öldü amca öldü” diyor. Adamın nasıl olur çaresizliği ile yere yığılışını pekiştirmek istercesine “Buraya geldiğinde ölmüştü zaten” diyor.
Acılı babanın yere yığılışı kalbine hiç dokunmuyor. Bir de bunlarla mı uğraşacağım edasında söylene söylene gidiyor.
Haberin vidyosunu seyrettim. Gözlerime inanamadım bir daha seyrettim sonra içimdeki kırgınlığa merhem olur belki diye şöyle bir tivit attım: “Tıp fakültelerinde karşınızdakini nesne olarak değerlendirin konulu dersler mi okutuluyor artık? ÖLÜ O ÖLÜ diyen doktor edepsizliği!”
Cümle bu. Bu cümleye nasıl yorumlar geldi dersiniz.
-Genelleme yapmayalım iyi doktorlar da var.
Bu cümlenin genelleme cümlesi olabilmesi için bütün doktorlar edepsizdir hükmünü içermesi gerekiyor. Benim cümlem: ÖLÜ O ÖLÜ diyen doktor edepsizliği.
Elbette duruma daha analitik açıdan yaklaşan tivitler de geldi:
-“Sağlık sistemi toplum beklentilerinden uzak bir “doktor alt kültürü” inşa ediyor. Tıpta sağlık sosyolojisi ve tıp etiği şart” diye yazdı sosyoloji profesörü.
-Kendisi de hekim olan bir zat şöyle cevap verdi: “Çok derin ve hüzünlü bir mevzu. Tıp'tan “hikmet”in tasfiyesi. Doktor'a dönüşen hekimler. Teknik bir iş haline gelen tıp.”
Soruna analitik yaklaşan iki tivit geldi ve fakat bendenizi doktorları hedef göstermekle suçlayan ve bu arada –bu yaptığınızı unutmayacağız diyerek – hedef gösteren onlarca tivit geldi.(Gelmeye devam ediyor.)
Meseleye duygusal açıdan yaklaşanları da unutmamız gerekiyor:
-“Ay öyle demeyin ama çok iyi doktorlar da var.”
-“Bazı doktorlar demediğiniz için bütün doktorları töhmet altında bırakıyorsunuz bunu size hiç yakıştıramadım yazıklar olsun!”
Derdim şudur ki, bir tane sadece bir tane o babadan yana bir tivit gelmedi. Bir kişi, sadece bir kişi babanın haline kahroldum demedi.
Beni esas yaralayan budur!
Ne sizi bir daha okumayacağım diye yazanlar... Ne dile getirdiğim atasözünü benim sözüm kabul edip de bayağı bir şekilde diline dolayanlar... Ne kurduğu cümlenin bir tehdit cümlesi olduğunu fark ederek /ya da etmeyerek bendenize had bildirenler...
Bunları önemsemiyorum. Kitle psikolojisi ile coşanlar deyip geçebilirim.
Lakin bir kişi olmaz mı? Maya niyetine bir kişi?
Yoksul insanın, çaresiz insanın yanında saf tutan ondan yana empati kuran bir kişi olmaz mı?
Evet, hekimlerle yaşadığı olumsuz anıları paylaşanlar oldu. Fakat bu paylaşımlar çiftçi babanın kederine sahip çıkan paylaşımlar değil kendi hayal kırıklıklarını güncelleme paylaşımı idi.
Velhasıl herkes güçlüden yana empati yaptı. Yani doktordan yana.
Neler oluyor bize sorusuna aradığımız cevap buradadır.
Neden doktordan yana empati kurdular? Çünkü Karaman Valiliği doktoru meslekten uzaklaştırmıştı.
Meslekten uzaklaştırılınca, arkadaşlarının yaptığı hatalı davranış meslektaşlarının gözünde sıfırlanmıştı.
Terör belası; mültecilerin hiçbir yer sınırındaki hayatlarına tanıklık; liyakatsiz kişilerin hızla yükselmesi; hiç de huzurlu olmayan kişilerin sosyal medyada eşi ve çocukları üzerinden fotoğraflar yayınlayarak ne kadar mutlu olduğunu ispatlama derdine gark olması eşliğinde, hem alınganlık kültürü hem de haset kültürü hızla yayılıyor.
Sormamız gereken soru şu: Alınganlık kültürüne, haset kültürüne katkı sunmamak için ne yapabiliriz? Tek tek bireyler olarak ne yapabiliriz?
II-
Haset kültürünün yayılmasına katkı sunmak istemiyorsanız her gün bir yenisinin eklendiği sosyal medyaya olabildiğince az vakit ayırın. Eğer benim gibi meslek icabı gözlem alanı olarak “takılmak” zorunda değilseniz hiç uğramayın.
Sokaklar güzel insanlarla dolu. Sosyal medyada en yakınınızı kaybedebilirsiniz. Sokaklarda ise, ekranda tekinsiz tipler olarak gördüğünüz insanlara bile su ikram etme, selam verme ihtiyacı hissedersiniz.
Sosyal medyadan çıkın, hayata karışın. Yürüyün yürüyebildiğiniz kadar. Kulağınızda ve gözünüzde sosyal medya kiri olmadığı zaman hayatı daha kolay idrak edeceksiniz.
Mesela markette kulak misafiri olduğunuz küçük bir söyleşi, bir sanatsal film kadar çapıcı gelecek.
Örnek mi?
Marketteyim. Kasada önümde 60 yaşını devirmiş bir adam var. Sebzeleri tarttırmayı unutarak kasaya gelmiş. “Markette ilk defa alış veriş yapıyormuşum gibi” diyerek kendisiyle dalga geçiyor, fakat etrafına nezaketten bir bahçe karıyor.
Aldığı ürünlerin miktarı fazla. Tarttırmayı unuttuğu ürünler de olduğu için işleminin bitmesi bir hayli uzun sürüyor.
Benden sonra iki adam bekliyor, yaşları 60-70 civarı. “Bizde böyle, bunları çok seviyor işte” cümlesini duyunca “böyle” olanı görmek için dönüp arkama bakıyorum. Ambalajın içinde çocukluğumuzun gofretlerine benzeyen markasız iki gofret, poşetin içinde iri bir elma, başka bir poşetin içinde üç armut.” Hepsi bu kadar.
Biraz önceki kalabalık alış verişin sahibi ile bu sade alışverişin sahibinin birbirini tanıdığını “hadi beyler görüşürüz “ diye vedalaşmalarından anlayacağım biraz sonra.
Konuşmalarına kulak misafiri olmaktan kendimi alamıyorum. “Bir de” diyor “tuzsuz çekirdek çitlemeyi seviyor.” Kasanın hemen yanındaki çekirdek paketlerini kontrol ediyor, “Az tuzlu, tuzlu, hay Allah tuzsuz yok. Her yerde bulunmuyor zaten.”
Adamın seyrek beyaz sakallarla çevrili mutmain yüzüne bakıyorum. Ne güzel bir sinema filmi çıkar bundan diye düşünüyorum.
Adamın yüzündeki huzurun rengi belli ki her akşam iki gofret, tuzsuz çekirdek götürdüğü eşinin eseri. İsraf konusunda ölümüne titiz olduklarını çıkarıyorum poşetin içindeki iri elmadan. İki elma almamış. Tek bir elma. Ortadan bölecekler ve afiyetle yiyecekler. Tek bir elma ile hürriyeti tadacaklar. İstiflememenin erdemine gark olacaklar.
III-
Hacı hacıyı Mekke'de derviş dervişi Tekke'de bulur diye bir sözümüz var. Sosyal medyada bütün bulunanlar kaybediliyor.
Aidiyet grubunun üyeleri kendisini “orada” ilk taşı atan olma vazifesi ile vazifeli biliyor. Tuttuğu parti adına, aid olduğu meslek adına, içinden çıktığı etnik kimlik adına.