Bizi birbirimize yakın eyleyen nedir?

04:0019/10/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Mısraları ile kalbimize her dem bir tutam ışık ve derinlik armağan eden şair Ahmet Murat okulların açıldığı hafta Yeni Şafak'ta “Okullar açılsın mı? “ başlıklı bir yazı yayınladı.Yazı heyecanla, umutla okunuyor, okunurken okuyanın sevinçten adeta sırtında kanatlar çıkıyor ve fakat yazının sonuna gelindiğinde bütün bunlar rüya, bir hayalden ibaretmiş duygusu kalıyordu.Ahmet Murat Bey ile Nihayet Kasım sayısının öykü tartışmasını gerçekleştirdik. Çok hoş bir tartışma oldu.Konu elbette günlerdir herkesin

Mısraları ile kalbimize her dem bir tutam ışık ve derinlik armağan eden şair Ahmet Murat okulların açıldığı hafta Yeni Şafak'ta “Okullar açılsın mı? “ başlıklı bir yazı yayınladı.

Yazı heyecanla, umutla okunuyor, okunurken okuyanın sevinçten adeta sırtında kanatlar çıkıyor ve fakat yazının sonuna gelindiğinde bütün bunlar rüya, bir hayalden ibaretmiş duygusu kalıyordu.

Ahmet Murat Bey ile Nihayet Kasım sayısının öykü tartışmasını gerçekleştirdik. Çok hoş bir tartışma oldu.

Konu elbette günlerdir herkesin dilinde olan ve “ben zaten anlamıştım “ ya da fırın konusuna gelinceye kadar vay be böyle okullarımız da varmış dedim şeklinde herkesin dilinde olan yazısına geldi.

Fırın hariç ben aşağı yukarı öyle bir okulda okudum dedim. Lakin okulumuzun baraka ilk okulu olduğundan, ancak 4.sınıfta betonarme bir binaya geçtiğimizden bahsetmedim.

İlk okul öğretmenim Anet Kaya yıllar sonra yani Erbakan'ın rahmetli olduğu gün bizleri Merter Polis Evi'nde bir araya getirdi diye başladım anlatmaya.

Ahmet Murat Bey nasıl bulmuş ki sizi dedi. Bulmak için face hesabı açmış dedim.

Beni bulması herkesten daha kolaydı, çünkü kendisi hakkında bir köşe yazısı yazmıştım.

Okulumuz şimdi sitelerin arasında kalmış bir yapı. O zamanlar etrafı boşluktu. Bir kaç dakika uzaklıkta Yandım Çavuş adı ile anılan bir koru vardı. Mayıs ayından itibaren öğleden sonraları Yandım Çavuş'a giderdik. Kah halka oyunları oynardık karpuz yattı kalktı, yatsın kalksın kiraz türünde, kah rakamları ard arda sıralayan oyunlar oynardık önce kendi numaramız daha sonra halkadakilerden birinin numarasını söyleme şeklinde. En çok kitap okurduk.

Sadece acık havada değil okulda da adı “değerlendirme” olan son iki saat, klasiklerin emrine amade idi. Başka öğretmenler “değerlendirme” dersinde, sınıfın başına sınıf başkanını diker, kendileri örgülerini ellerine alarak çene çalardı. Bizim öğretmenimiz sınıftan ayrılmazdı. Kendi sandalyesine Şima, Sabiha ya da beni oturtur klasiklerden birini okuturdu. Ertesi günü sınıftan birisi dün okunmuş olan bahsi özetlerdi.

Anet Öğretmen 2.sınıftan 5.sınıfa kadar öğretmenim oldu. (1.sınıf öğretmenim Fatma Kızgın'ı da anlatırım bir ara. O bambaşka hikayedir. Büyük ihtimal Nihayet Dergi için yazacağım kurdele bahsinde anlatırım onu.)

Anet Kaya hiçbir zaman sınıf başkanı seçmedi seçtirmedi. Bir öğrencinin başkan olarak sınıfta otorite kurmasını onaylaması onun sosyalist bilincine uygun değildi.

Müfettişler gelir, müdür gelir sorardı: “ Bu sınıfın başkanı kim?”

Bütün sınıf koro olarak cevap verirdik : “Herkes kendinin başkanıdır.”

Diğer eğitsel kollar vardı fakat. Özellikle de kütüphanecilik kolu.

Sene başında herkes bir kitap parası ya da sınıf kitaplığına uygun bir kitap getirirdi. Böylece sınıf mevcudu kadar kitabımız olur, kitapları sıra ile okurduk. Öğretmenin defterinde kimin hangi kitabı kaç günde okuduğunun kaydı olurdu.

Her dönemin sonunda okuduğumuz kitapların sayısına göre tahtaya çıkar alkışlanırdık.

Eğitimin en önemli mizanı takdirdir. Öğretmenimiz sadece kitap okuyanları takdir etmezdi. Sınıfta herkesin takdir edilecek bir “değeri” olduğunu idrak etmemizi de sağlardı. Mesela Şamil Şamiloğlu diye bir arkadaşımız vardı, mükemmel resim çizerdi. Şamil'in kabiliyetini sadece resim dersinde görünür kılmazdı öğretmenimiz. Fen Bilgisi dersinden önceki teneffüste, ünitedeki şemayı Şamil'in eline verir, biz Şamil'in nasıl çizdiğine merakla ve dikkatle ve kıskançlıkla bakardık. Ekrandan tanıdığınız Ressam Bob gibi Şamil inanılmaz resimler çizerdi. Bazı teneffüsler karşısına oturur hadi bizi çiz derdik. Elinde kurşun kalem, itina ile çizerdi. Emeğinin karşılığı olarak, sınıfta muazzam bir dokunulmazlığı vardı. Yaptığı yaramazlıklar kolaylıkla parantez içine alınıverirdi.

Sadece “ressam”lara değil ,”müzisyen”lere de açıktı sınıfın “kürsü”sü. Mesela, Sait diye bir arkadaşımız vardı derste dikkatimiz dağıldığında öğretmenimiz Sait'e hadi bir türkü oku derdi. Bütün türküleri neredeyse Sait'in sesinden dinlemiş olduğumu anladım yıllar sonra. Ama en çok Kiziroğlu Mustafa Bey hey hey diye coşan sesi kalmış kulaklarımda.

Güzel Türkiye'mizin kim bilir hangi köşesinde kim bilir hangi kıt şartlar altında; öğrencilerine umut aşılayan, ideal aşılayan öğretmenleri mesleklerini aşk ile yapmaya devam ediyor. O öğretmenlerin var olduğunu düşününce, Ahmet Murat Bey'in sorduğu soruya şevk ile evet okullar açılsın diye cevap veriyorum.

Çünkü idealist öğretmenler, sadece kitapların dilini değil hayatın dilini de öğretmeye devam ediyor.

Başlıkta sorunun cevabını verdiğimi sanıyorum. Bir kere daha söylemekte bir beis olmasa gerek. Bizi birbirimize yakın eyleyen, sorumluluk sahibi insanlar/öğretmenler oluyor çoğu defa.
#eğitim
#okul
#öğretmen