Geçenlerde aramızdan ayrılan Eduardo Galeano'nun karısının rüyalarını kaleme aldığı “Helena'nın Rüyaları” adlı kitabını okurken “Yolculuk eden ev” bahsine gelince durdum bir müddet. Hiç kıpırtısız.
Size pek fevkalade gelmeyecektir belki. Ama benim için birbirini hiç tanımayan iki kadının, birinin rüyası ötekinin hayali olan şey olarak tekerlekli ev bahsi çok çarpıcı geldi.
Önce Helena'nın rüyasında ilerleyelim:
“Yolculuk eden ev”
“Eskiden bizim olan, ancak öyle ya da böyle terk etmek zorunda kaldığımız için artık bize ait olmayan bir evin merdivenlerinde oturmuş denize bakıyoruz.
Ayağa kalkıyoruz. Ağır adımlarla uzaklaşırken, Helena'nın elinde bir ip olduğunu ve ipi, bizimle gelebilsin, bizi takip edebilsin diye eve bağladığını fark ediyorum.
Evin tekerlekleri var.”
E.Galeano'nun bir gece rüyasında gördüğü tekerlekli ev 80'li yıllara kadar anneciğimin hayali idi. Köydeki “yayla” gibi evini bırakıp kira evlerine “sığmak” anneme her sonbaharda çok zor gelir ne olurdu bir tekerleğin olsaydı da seni İstanbul'a konduruverseydim derdi.
Köydeki evimizin her bir köşesinde annemin emeği vardı. Evimiz bir çocuğun legosu ile oynamasına benzerdi. Her yıl evin bir tarafını daha, hep beraber mamur hale getirirdik.
Şimdi yazarken ev dediğime bakmayın, bizim oralarda ev kelimesi pek kullanılmaz. Yurt denir. Atasözlerindeki ev bile yurt olarak geçer. Yurt yapanın Allah yardımcısıdır şeklinde.
Ev ve yurt. Yurtlarını yitirenler evini de yitiriyor.
Bütün varlığımız geride bıraktıklarımızda kalıyor.
Can havliyle evini terk etmek zorunda kalan Surlu kadın, televizyonumun taksidini bile ödeyememiştim daha diyor. Aklı geride bıraktığı enkazda.
Suriyeliler mesela...
Bir zamanlar milyon dolarlık evleri vardı. Şimdi yok.
Bizim sandığımız ne varsa bir yurdumuz olduğu için var. Bayrağımız dalgalandığı için emniyetli uykularımız.
Biz emniyetle uyuyoruz, alış veriş yapıyoruz, sevdiklerimizle konuşuyoruz, biraz başımız ağrıyor diye yaptığımız işten kaytarıyoruz.
İncir çekirdeğini doldurmayan konuların peşinde ömür tüketiyoruz.
Bizim ehli keyif dünyalı olduğumuz saatlerde, Türkmen Dağı'nda bir can daha şehit oluyor.
Yurdumuz yurt kalsın diye gencecik oğullar kara toprağa karışıyor Güneydoğu'da.
Ak saçlı dedeler boyunlarına astıkları Mushaf ile, “çanta kadar hayat” ile hiç bilmedikleri yollara çıkmaya hüküm giyiyor.
Ama aramızdaki İrlandalıların, empati yapabildiği tek damar eşkıyanın kalbi.
Kendilerini muhalif sanıyorlar.
Oysa devşirme akılla küresel İmparator'a temenna ediyorlar.
-
Yazıyı bitirdim gazeteye göndereceğim. Isparta'dan arayan bir genç kız ile konuşuyoruz bir müddet. Nasılsın diyene memleketimiz iyi olsun ben iyi olurum diyorum. Hepimiz iyi oluruz. Yeter ki memleketimiz iyi olsun. Genç kız sanki yazdığım yazıyı biliyormuşçasına “Ne olurdu Türkiye'mizi bir arabayı sürer gibi sürebilseydik, bir gemi gibi denizlerde yüzdürebilseydik, dünyanın an sakin beldesine götürebilseydik” diyor.
Kadınların kalbi hep aynı.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.