İçinde yaşadığımız şu günlerin, her şeye rağmen iyi günler olduğunu kabul etmek zorundayız.
Tanzimat modernleşmesinden bu yana içinde yaşadığımız zamanı, “zulüm zamanı” kabul eden, gelecek güzel günler için günün üstüne kara bir yorgan örten aydın tavrı söz konusu.
“Gelecek güzel günler” hülyası, içinde yaşanılan zamanı daima tatsızlaştırır.
Yanlış anlaşılmak istemem. Kusursuz bugün güzellemesi yapalım demiyorum. “Zülüm zamanı” paranoyası da, “kusursuz bugün” romantizmi de aynı resmin iki yüzü.
Yarınların güzel olması için, içinde yaşadığımız zamanın artılarını ve eksilerini aynı anda görmek ve değerlendirmek zorundayız.
Yaşanılan zamanı tasvir eden tamlamalar olarak, “karanlık günler” ve “esenlik zamanı” birbirine en uzak nokta gibi görünse de, dairenin birbirine en yakın noktasıdır esasında. Bir taraf yarını pırıl pırıl inşa etmek için bugüne ait olan her şeyi yıkmak ister, diğer taraf kendi küçük dünyasının pırıltısından gözleri kamaşmış bir şekilde, zorda olanları, darda olanları görmezden gelerek “sonsuz ferah”ının içinde insani bütün duyarlılıklarını kaybeder.
Kendi dünyasının ışıltısından gözleri kamaşmış olanlar bu duyarsızlıkları ile dünyanın karanlık yüzünün yayılarak artmasına katkı sağlarken; “gelecek güzel günler” için her şeyi yakıp yıkınlar yarınları, bugün üzerinden şiddet üzere mayalamış olur. Bugünden yarına binlerce insan heba olur.
Gelecek güzel günler için de, yaşanılan zamanın bir avuç aydınlığı için de eleştiri şarttır.
Eleştiri değince bizim kültürümüzde akla doğrudan kötüleme geliyor.
Oysa eleştiri 4T olarak ilerler. Tasvir, tespit, tenkit, teklif.
Herkesin aynı zamanı yaşadığı dönemlerde sıralama tespit, tenkit, teklif şeklindedir. Ama postmodern zamanlarda tespitten evvel önce yaşanmakta olana tasvir etmek gerekiyor.
Yaşadığımız zamanı tasvir konusunda, ortak bir noktada buluşabiliyor muyuz?
Hayır.
Başlangıç olmayınca arkası gelmiyor.
Tasvir konusunda ortak noktada bulaşamama halini çoğunluk, siyasi görüş ayrılığına bağlar.
Bu satırların yazarı için sorun siyasi değil ahlaki.
İçinde yaşadığımız sıkıntıların temel sebebi ahlaki olduğu için, giderek iletişimdeki temas noktalarını kaybediyoruz.
Temassızlık hali, sadece kamusal alanın şiddet dilini mayalamıyor, aynı zamanda aile içi iletişimin de şiddet diline evrilmesine sebep oluyor.
Özel ile kamusalın dili aynı frekanstan şiddet üretiyor. Çünkü özel ile kamusal arasında bir eşik kalmadı. Sırlar aleni. “Herkes”, en mahrem olanı ifşa etmek için sıranın kendisine gelmesini heyecanla bekliyor .
Rastlamışsınızdır muhakkak...(Kötü haberler bir vesile ile ille bulur bizi.) Bir özel okulun yöneticisinin/sahibinin karısına şiddet uyguladığına dair bir video dolaşıyor. Adam dellenmiş. Kadın olabildiğince sakin. (Bu sakinlikte kadının bu görüntülerin servis edileceğine dair “sezgi”si mi söz konusu?!)
Minik çocukların önünde kıyamet kopuyor.
Adamın yaptığı kötü. Bu kötülüğün konuşulacak bir tarafı yok.
Şiddet kime uygulanırsa uygulansın KÖTÜ . Özneler arası hiyerarşi üzerinden şiddet ayırımı yaparak bir yere varamayız. Erkeğin kadına, kadının erkeğe, büyüklerin çocuklara, kadının kadına, erkeğin erkeğe uyguladığı şiddet kötü.
Uygulanan şiddetin “sahnelenmesi” ise eylemin kendisinden daha kötü. Adamın/babanın dellenme sahnelerini, seyir malzemesi haline getirmemizin sorunlu bir durum olduğunu ne zaman konuşacağız!
Hiçbir zaman!
Neden mi? Çünkü olmakta olanı tasvir edemiyoruz.