Tahsin Yücel’in ardından bir yüzleşme denemesi (I)

04:0027/01/2016, Çarşamba
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

80'ini devirmiş olduğunu gözardı edip yeni bir romanını bekliyordum. Peygamber'in Son Beş Gün'ünden bu yana, Tahsin Yücel'in romanlarını, öykü kitaplarını zevkle okudum.Takıntıya varan öztürkçe merakını parantez içine alarak,ideolojisindeki gerginliği parantez içine alarak, anlattığı insanın peşinden gittim.İyi anlatıyordu.Derdi olan bir yazar olarak anlatıyordu.Derdinin peşinden gitmeyi seven bir yazar olarak anlatıyordu.



Bazı kitaplar ilk okunduğunda gündemin koyu gölgesinin altında kalır.Benim için Tahsin Yücel'in “Kumru ile Kumru” romanı öyle oldu.İlk yazdığımda gündem üzerinden yazdım.İkinci bir yazı yazmak nasip olmadı.Ama “Gündelik Hayatın Sosyolojisi” başlığı altında verdiğim seminerlerde yazamadığım yazının kazasını yaparak anlattım romanı.Aşağıda dikkatinize sunacağım yazıyı 14 Ocak 2005'te bu köşede yayınlandı.İnternette yazı olsaydı linkini verip bu yazı üzerine bir şeyler söyleyecektim.Yazı internet ortamında kayıtlı değilmiş.Onun için tekrar yayınlamaya karar verdim.2005'ten 2016'ya Kumru İle Kumru'nun içimde nasıl değiştiğini Cuma günü anlatırım inşallah.



Hayretimizi arttıran bütün düşünürler,sanatçılar için Allah'ın rahmetini ziyade etmesini niyaz ediyorum.



Tahsin Yücel bendenizin hayretini daima arttıran bir yazar olmuştur.Üzerimde rüçhan hakkı vardır.



2005'in ortamına buyurun şimdi:



"Kumru ile Kumru” ya da baş

açmanın kolaylığı


I-


Ali Atıf Bir'in çağdışı önerisine rastladığım (Emine Erdoğan başını açmalı diyordu) hafta Tahsin Yücel'in son romanı,

Kumru ile Kumru

'yu okudum. Romanın tamamıyla ilgili belki başka bir yazı yazarım. Namaz kılanları nasıl ötekileştirdiğine dair mesela. Ya da kalemini mafya babasından kapıcılara, Yahudi Tuna Hanım'a gezdirirken her bir kahraman ile empati kurmamızı sağlayan Tahsin Yücel'in, ille de en pis tipleme olarak “çember sakallı iki karılı” Recep Efendi ve ailesine kinlenmemizi sağlaması üzerinde uzun uzun dururum. Tahsin Yücel iyi bir romancı iken tiplemelerinin insanî boyutuyla, okuyucuyu kıskıvrak yakalamışken, neden ille de didaktik olmak konusunda ısrarcı davrandığına dair bir yazı. Ama şimdi konumuz baş açma meselesi.



Roman ve baş açma/açtırma arasında ne gibi bağlantı var? Romanın kahramanı Kumru köyden, kapıcı dairesine gelin olarak gelmiş, okuması yazması olmayan ve roman boyunca bizi şaşırtan zekası ve güzelliği ile dikkat çeken bir kadın. Evlere temizliğe gidiyor. Öbür evlerde değil, en çok Yahudi Tuna Hanım'ın evinde, Tuna Hanım ile yaşadıklarına tanık oluyoruz kitap boyunca. Tuna Hanım bu zeki, saf ve cahil Anadolu kızını seviyor. “Biz arkadaşız” diyor ona sık sık. Arkadaşı gibi de davranıyor sahiden. Kumru'nun kendi evindeki buzdolabına tutku ile bağlanması ve o buzdolabının aynısını alma hayallerini gerçekleştirmesi safhasında hep yanında.



Buzdolabı alınmıştır ama henüz buzdolabının içine konulacak yiyecekler yoktur. Böylece buzdolabını doldurmak için çalışılmaya başlanır. Gidilen gündeliklerin sayısı arttırılır. Yiyeceklerin, içeceklerin tadına bakan ceşnicibaşı olarak evin tamamını işgal eder buzdolabı. Onun işgalinden sonra hayatları o eski bildik hayat değildir artık. Öncelikler sıralaması ters-yüz olur. Her an doğduğu yerlerin özlemini çekerek, bahçedeki nar ağacının altında emanet olarak kaldığı şehre, ilk defa sahiplenme duygusu ile tutunur Kumru. Tek tutkusu buzdolabının kusursuz “doluluğunu” koruyabilmektir. Buzdolabının düzenini korumak zorlaşınca kocası Yarma Haydar; evlenmeden önce yapmış olduğu işine, yani mafya babası, hemşehrisi İsmail›in adamı olmaya geri döner. Kumru ve ailesinin hayatı, eski kapıcı dostlarının kıskançlıktan, kinlenmeye kadar bir yığın duyguyu taşımalarına sebep olacak bir değişim gösterir.



Başlangıçta, Tuna Hanım Kumru'nun hep yanında. Pahalı eve taşındıklarında bile. Hiç kıskanmadan evi gezen tek kahraman. Ta ki Kumru kendi arabasının aynısını alıp kapısının önüne çekinceye kadar. İşte bu noktada tam da arabanın direksiyonundaki Kumru görüntüsüyle dostluğunu bitirir. Tuna Hanım o vakte kadar çok da anladığı, sevip beğendiği Kumru'yu kendi dünyasının dışına iter. Bu kadar yakınlaşma kötü gelir çünkü. Halbuki başlangıçta yakınlaşmayı kendisi istemiştir. O zaman bu yakınlığı lütfedendir Tuna Hanım:



“Kumru, senden bir şey istersem, yapar mısın?” dedi sonunda.



Kumru biraz şaşırdı.



“Yapabileceğim bir şeyse yaparım,”diye yanıtladı. “Ne yapmamı istiyorsun ki?” “Şu başındaki örtüyü çıkarır mısın?” “Bürgümü mü?” “Evet bürgünü.” Kumru gülümsedi.



“Bundan kolay ne var,Tuna Hanım?” dedi, oyalı ak bürgüsünü kaşla göz arasında çıkarıverdi.”(sh.50)



Ak bürgüsünü çıkaran Kumru'yu, kendisine daha fazla benzeyen yapmak için giymediği iç çamaşırlarını bile verir Tuna Hanım.



Romanlarda roman kahramanları başlarındaki örtüyü kaşla göz arasında çıkarıverirler. Hele de Kumru gibi başındaki örtüyü “âdet” olarak taşıyanlar. Filmlerde Kezbanlar aşama aşama “hanfendi”leşirler. Başlarını açıp, dekolte kıyafetleri kusursuz taşıdıkları oranda geçmişlerini yani o köylü görüntülerini hafızalardan silmeyi “hak” ederler.



II-


Bir film gerçekliği olarak Kezbanların hanfendileşmesine fazla takılanlar için üniversiteli dindar genç kız kuşağının zaten şehirli bir hareket olarak başladığı bilgisini vereyim. 1950'li yıllarda başını örtmüş olan doktor, Hümeyra Ökten İstanbullu bir ailenin kızıdır. Başını örten benim bildiğim ikinci doktor Gülsen Ataseven bir subay kızıdır. Başını örten 60'lı yılların genç kızların tamamına yakını doğma büyüme şehirli ve çoğunlukla İstanbul›da yetişmişlerdir. Tersi de olabilirdi. Ve tersi durum dindar kadın duruşunu olumsuz yönde asla etkilemezdi.



Kıssadan hisse Paris'e gidip de dönüşecek Kezbanlar yok artık. “Paris” kendi dönüşümünü yaşamak zorunda.



Ali Atıf'ın yakın çevresi; Başbakan'ın eşinin başını açmasını devrim olarak alkışlamaya odaklanmak yerine, kendilerine, kişisel hak ve hürriyetleri engellemeyen başka beklentiler bulmalılar derhal.



III-


Tahsin Yücel'den ümidimi yine de kesmiyorum. Peygamberin Son Beş Günü'nden beri her romanını merakla beklerim. Romanındaki sahici havayı severim. Ama alnı secdeye deymişlere uzak durabilmek için gösterdiği aşırı çabanın romanına zarar verdiğini görmeyişine üzülürüm her defasında. Yine öyle oldu


#Tahsin Yücel
#Son Beş Gün
#Hümeyra Ökten