Kimi, neye ikna edeceğiz?

04:0030/11/2016, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

Uluslararası ilişkilerde, devletlerin birbirini ikna etmesi için siyasetin dili önemlidir şüphesiz.



İnsan ilişkileri söz konusu olduğunda ise, “ikna”nın imkansız olduğunu düşünenlerdenim.



İkna, şüphenin varlığı ile ortama dahil olur ancak.



İkna etmek için kurulan cümlelerin, anlatını ve dinleyeni başlangıç noktasından daha uzak bir yere atmasının sebebi, şüphenin ezici varlığıdır.



Arkadaşlıkta, ast üst ilişkisinde “ikna gücü”, yapılacak iş, yürünecek yol, bitirilecek proje yoksa anlamlı değildir.



Ebeveynlerin çocuklarını ikna etmek için sarf ettikleri “ikna performansı”nı ise son derece zararlı bulduğumu söylemeliyim.



Ebeveynlerin çocuklarını ikna etmek için kurdukları metrelerce cümleler, çocukların gönlünü yormaktan, meseleyi büsbütün anlayamaz hale gelmelerinden başka bir işe yaramıyor.



Çünkü ikna dilinde egonun hükümranlığı gizlidir.



Kişisel ilişkilere “zafer payı” dahil olduğunda geriye kalan şey hasar görmüş bir iletişim dili olur.



Modern pedagojinin ikna dili, anneleri ziyadesiyle yoruyor.



Bizim çocukluğumuzda annelerimiz bizi hiçbir şey için ikna etmeye çalışmazdı. İzin verilen şeyler ve yasaklanan şeyler hiç değişmezdi çünkü. İzin alamadığımız zaman arkadaşımızın annesinin ona izin verdiğini söyleyecek olsak, annemizin cevabı belli idi: “Git o zaman ona anne de.”



Bu cümle hem duygusal sınırın hem de rasyonel sınırın en net çizildiği cümledir.



Sevmediğimiz yemeğin niye piştiğini soracak olduğumuzda uzun uzun çünkü vitamin acısından o yemeği yememizin ne kadar önemli olduğuna dair “bilimsel” cevaplar olmazdı. Son derece net: “Anne olduğun zaman canının istediğini pişirsin.”



(Anne olmak, hayatın dilini su gibi okumak demekti.)



Bize bu kadar net cevaplar veren annelerimizin hayat konusunda kafaları karışık değildi. Mihmandarları çoğunlukla sözlü kültürden devşirilmiş cümleler olur, komşu komşunun külüne muhtaç bir dayanışma içinde herkesin aşağı yukarı aynı gelir seviyesine sahip olduğu; zenginlerin zenginliğini aşikar kılmalarının pek de hoş karşılanmadığı mahalle kültüründe, çocuklar sadece kendi anneleri tarafından değil, komşu anneler tarafından da sınırları çizilmiş bir hayat içinde büyürdü.



Sınır içerisini ve dışarısını belirleyen en temel şeydir. İç ve dış birbirine karıştığında ne eğitim mümkündür ne de mahremiyet.



Anneleri tarafından ikna edilmeden, kuralların içinde, ama kuralların baskısının hissedilmediği ortamda büyüyen bizler için, arkadaşını bir konuda ikna etmeye çalışmak pek hoş karşılanmazdı. Söylediğimiz söze inanılmadığında tıpkı annemizin bize yaptığı gibi dümdüz bir cümle söyler, “inanmazsan inanma senin bileceğin iş” deyip noktalardık konuyu.(Kızların dünyasından bahsediyorum. Erkeklerin dünyası o yaşlarda tamamen başka olabilir.)



Bugün değişen ne?



Herkes kendini muhatabını ikna etmekten sorumlu tutuyor. Ya da muhatabı tarafından en iyi şekilde “algılanma”yı hayatını iptal edecek kadar dert ediniyor.



Kişisel gelişim kitapları, medyanın dili, özellikle sosyal medyanın dili muhatabımızı ikna etmek üzere her birimizi savaşa çağırıyor.



Sizi hayal kırıklığına uğratmak pahasına hiç kimseyi ikna etmeye çalışmayacağımı buradan ilan ediyorum.



Ne kadar merhametli, ne kadar duyarlı, ne kadar sorumlu, ne kadar ne kadar ne kadar...



Böyle cümleler kurmayı benden beklemeyin.



Kahrederim, üzüntümden ölürüm lakin küfretmem.



Bu ikna yazısı nereden mi çıktı?



İki haftadır Pazartesi günleri yayınladığım yazılar bazı okuyucular tarafından benim ne kadar duyarsız olduğumu ispat için delil olarak kullanılıyor. Bazıları Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra gibisin diye saldırıyor.



Sosyologlar şık mekanlarda toplumu eğlendirmekten ya da galeyana getirmekten sorumlu değildir. Sadece anlamak ve anladıklarını anlatmaktır görevleri.



Sosyologları fırıncılara benzetirim. Ekmek pişirmek süreklilik ister. O fırın vaktinde yakılacak, hamur yoğrulacak, mayalanması beklenecek ve saatinde ekmek pişirilecektir.



Sosyolojiyi çok mu ciddiye alıyorum?



Evet, çünkü ben bir sosyoloğum ve herkesin mesleğini çok ciddiye alması gerektiğine canı gönülden inanırım.



Girdiği davada doğru karar verip vermediğini dert etmeyen hakimlerin, girdiği sınıflarda ben bu gün bu çocuklara ne öğrettim diye dert etmeyen öğretmenlerin, tuttuğu defterleri ciddiye almayan muhasebecilerin, önünde kuyruk ikiye üçe katlanmışken duyarlılık kasıp sosyal medyaya tivit atan memurların, her vesile ile sosyal medyada fotoğraf paylaşan ve hayat bunlara güzel dedirten bürokratların/vekillerin, ameliyat ettikleri hastaların vücudunda makas-sargı bezi unutan doktorların, bir yerlerden medet umarak bilmediği konularda bilmiş bilmiş köşe yazısı yazanların, kendi hatalarıyla yüzleşmediği necip ülkemizde bu ciddiyeti lüzumsuz bulanlar olacaktır.


Olsunlar... Herkesin yolu kendine...


#İkna
#Uluslararası ilişkiler
#Sosyoloji