Kifayetsiz kötümserlere karşı basiret sahibi çoğunluk/çoğulluk

04:006/01/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

“Terzi yamağı”nın attığı tivitler ile gündem hareketli.



Işıltı arayan herkes “sosyal medya kömürlüğü”ne dadanacak.



Öfke kusacak. Nefret kusacak. Kusulan her nefret teröristler için yeni vahalar açacak.



Şiddet kusanlara sorsanız ülke gündemini bahane ederek gayri ahlaki duruşuna kötümserlik payesi takacak.



Kim ne derse desin. Kim ne söylerse söylesin. Mukabelemiz, her daim sağduyulu ve objektif olmak zorunda. Aklı selim sahipleri duygularının esiri olmaz.



Diyeceksiniz ki kötümserlerin küfür etme hakkı mı var! Yok. Olmadığı için de hukuki soruşturma başlatılıyor.



Hukuk devleti olarak kalabilmemiz için linç kültürüne uzak durmamız gerekiyor. Asla ve kata linç kültürünü besleyecek söz ve davranışlar ortaya koymamamız gerekiyor.



Ama yapılan her eleştiriyi, falan filanı hedef gösterdi diye “manşetleyen” medya ve sosyal medya dili ile farkında olarak ya da olmayarak linç kültürünü inşa ediyoruz.



Bize en uzaktakinin haleti ruhiyesini anlayabilirsek linç kültürünün önüne en önemli, en kavi seti inşa etmiş oluruz.



Hadis-i şerif, “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyuruyor. Dikkat edin sevdiklerimizden ziyade sevmediklerimize, hiç sevemediklerimize harcıyoruz zamanımızı. Çünkü kendimizde küfretme hakkı bulmak için yaşıyoruz adeta.



Neden böyle?



Nedenini, toprağı bol olsun Riesman'ın 1961 yılında yayınladığı “Yalnız Kalabalık” adlı kitabından alıntılayarak dikkatinize sunmak istiyorum.



“ ...Varlıklı olanlar da aşırı tokluk ve umutsuzluk yüzünden örnek olma konusunda başarısız olurlar. 19. yy'a hâkim olan iyimserlik yerine, bugün afyon görevi gören duygu kötümserliktir. Dünyanın yüz yüze olduğu tehditler karşısında çileciliğimizi ve teslim oluşumuzu haklı çıkarmak için kötümserlik afyonunu kullanıyoruz. Tehditlerin zaten düşük olan önlenebilme ihtimalini de, böyle yaparak daha da düşürmüş oluyoruz.”



Altını çizelim: “Tehditlerin zaten düşük olan önlenebilme ihtimalini de böyle yaparak düşürmüş oluyoruz.”



Yukarıdaki satırlar 1961 yılına ait. O tarihten günümüze çok şey değişti diyeceksiniz. Kabul. Ama Riesman'ın “Yalnız Kalabalık”ı bugün bizim için çok daha anlamlı. Çünkü, onun toplumları üçe ayırdığı “gelenek–yönelimli”, “içe-yönelimli”, “dışa-yönelimli” ayırımında Türkiye'nin kırsal kesimi “gelenek-yönelimli” durum ile “içe-yönelimli” durumu bir arada yaşarken metropollerde “dışa-yönelimli” yaşanıyor. Hatta aynı gün içinde bir şahıs aile içinde “gelenek-yönelimli” roller ile hayata başlayıp iş yaşamında “dışa-yönelimli” olarak devam ediyor.



Bunu niye söylüyorum? Medya “mahalle baskısı” kavramını ilk günden bu yana yanlış bir şekilde kullanıyor. Mahalle baskısı, hayat tarzı kavramları üzerinden değişen/dönüşen sosyal hayatımızı anlamak bir yana hiç anlayamaz, kavrayamaz hale geliyoruz.



Mesele “mahalle baskısı” meselesi, “hayat tarzı tartışması” değil.



Normalde birbiri ile hiç karşılaşma ihtimali olmayan kesimler “sosyal medya” ortamında birbirlerinden “haberdar” oluyor.



Sosyal medya iletişimi, ön yargıların ön infazlara dönüştüğü ortamlar inşa ediyor. “Gelenek-yönelimli” bir ortamda sosyal medya kullanan biri ile “dışa-yönelimli” tutumların hakim olduğu ortamdan “konuşan” kişinin etkileşimi, linç kültürünü besleyen bir ortamın yayılmasını sağlıyor.



Basiret sahibi çoğunluk olarak bu konuda fikrimizi yormak zorundayız.



Basiret sahibi çoğunluk kim?



'Basiret sahibi çoğunluk'un ortak paydası, oy verdiği siyasi parti değil, ortak yaşam tarzı da değil.



Ne peki?



Olaylara kişiler açısından değil ahlak açısından, hukuk açısından yaklaşan, “Kim yapmış?” demeden “Ne olmuş, bize düşen görev nedir?” diye soran insanlar.


#Sosyal medya
#Karamsarlık
#Ön yargılar
#Yalnız Kalabalık