Seçim sonuçlarını analiz eden pek çok yazı ve yorum duyacaksınız. En iyisi bendeniz kadim gündemimiz üzerinden kelam eyleyeyim de doz aşımı olmasın.
Nihayet Dergi bu ay “Kamusal Alanda Müslüman Erkekler” kapağı ile çıktı.
"Kamusal Alanda Müslüman Erkekler" sayısını hazırlamak üzere zihnim harekete geçtiğinde, aylardan Temmuz idi. Bir mağazada, “giden sistem yüzünden”, kasa önünde upuzun bir kuyrukta bekliyorduk. Beklerken bir çift dikkatimi çekti: Sıfır kol, diz üstü siyah elbise giymiş bir kadın ile eşi olduğunu tahmin ettiğim, iki pileli siyah pantolon ve uzun kollu gömlek giymiş, ellisini devirmiş bir adam.
Adam giydiği kıyafetler içinde vakur duruyordu. Zihnim şöyle bir tasvir cümlesi hazırladı derhal: Erkek pür tesettür, lakin eşi pür modernlik.
Bizim modernleşme tarihimiz tam tersidir. Tanzimat'ın modernleşme politikası erkek giyim kuşamının değiştirilmesi ile uygulamaya konur, Kadın modernleşmesine devlet katkısı ancak cumhuriyetten sonradır.
“Sistem geldi”, ödemeyi yaptım. Dışarı çıkınca biraz önceki görüntünün açmış olduğu dosyadan sebep, seçici algı devreye girdi, bu defa çarşaflı kadın ile mavi bir atlet, dizde biten bej rengi kapri ve parmak arası terlik giymiş adam dikkatimi çekti. Biraz önceki görüntünün tam tersi bir durum. Yanlarındaki 9-10 yaşındaki erkek çocuğu da tıpkı babası gibi giyinmişti. Belki şöyle demek daha doğru, baba tıpkı küçük oğlu gibi giyinmişti.
Kebap salonuna girdiler. Takip başladı, ben de girdim kebap salonuna. Seslerini iyi duyabileceğim bir yere oturdum. Birbirleriyle değil telefonlarına verdikleri “ses” üzerinden sözlerine tanık oldum.
Kadın “Mümkün değil, hayırlısı inşallah, sağlık olsun” diye konuşuyordu.
Adam “ Aynen, aynen. O konsepti tutturamadıktan sonra ne anlamı var!” diyordu ve gittikçe artan bir ses tonu ile “Canları isterse...” diye bağırıyordu. Adam ile kadının birbirleriyle konuşmalarına tanık olmadım. Çocuğun sesini de duymadım. Çocuk mekanda, tabletinin ikliminde kaybolmuştu.
Konsept.
Adam iki dakikalık telefon konuşmasında iki konsept, bir kaç kombin lafı etti.
Kamusal Alanda Müslüman Erkeklerin “eklektik“ dilini Nihayet için çalışmaya işte o sıcak Temmuz gününde karar verdim.
Ekim ayı geldi dergiyi tasarıma göndermek üzere iken bu defa “ekranda eş arayan Mustafa Hoca” videosu çıktı karşıma. Sırtındaki cübbeyi, ayağındaki şalvarı, başındaki sarığını imha etme pahasına, “Mustafa Hoca”, kendini seyircilere daha yakından tanıtmak için “yengeç burcu erkeği olduğu için hassas”, eş bulmak için ekranlara çıkmasını kınayanlar kendisini çok üzdüğü için sabaha kadar tırnaklarını yediğini anlatıyordu.
Günün modasına uygun giyinmiş eşine rağmen kendi klasik tarzından ödün vermeyen adamı; çarşaflı kadının atlet ve kapri ile dolaşan eşini, ya da “pür tesettür” giyimi içinde postmodern bir dil ile kendini inşa etmeye/ifade etmeye çalışan “Mustafa Hoca”yı nasıl değerlendireceğiz?
Günün moda kodlarıyla mı? Örfe göre mi? Yoksa giyim dilinin beden üzerinden verdiği “yanlış mesaj” ile mi?
Firaset ehli olsa idik değerlendirme aşamasını daha kolay geçer miydik? Ne demek istiyorum? Ne demek istediğimi anlatabilmek için “firaset oyunu”ndan yardım alayım en iyisi.
Osmanlı'da “kıyafetname” divan edebiyatında bir türün adıdır ve kişilerin dış görünüşüne bakarak onların ahlakının, karakterinin çözümlemesini yapar. Kıyafetnamelerin “oyun” şeklinde uygulanışı, Gelibolulu Mustafa Ali'nin çağının görgü ve toplum kurallarını incelediği Mevaidü'n –nefais fi Kavaidi'l Mecalis aldı kitabında şu satırlarla naklediliyor: “Bir hamama gitmeli, halkın gelip geçtiği hamam soğukluğunda oturmalı, hamama gelenlerin üst-başlarını ve ne iş yaptıklarını bilmemeliler. Hamama gelen adamlar soyunup içeri girdiklerinde birer peştemalle bunların sıradan adamlar mı, ileri gelenlerden mi oldukları seçilmeyip beraber görünürler. İmdi, onlar uğrayıp geçerken her biri dikkatle baksın. Hallerinde, yüzlerinden anladığına göre bunların zanaatını, mesleğini söylesin. Yani bir hamal olsa gerek; bu sakalık yapmaktadır; lakin şu eşraftan kadı ya da müderris; ama bu, halk tabakasından bir müflis adamdır, sözleri söylesin. Bunlar çıkıp giyindikten sonra firasetlerini gösterecekleri adamların çıkıp giyinmesini beklesinler. Hangisinin oku sermenzile isabet etmiş ise onun firaseti yerindedir ve doğrudur. Firaseti sermayesinin de eksiği yoktur.”
En yoğun tartışmaları “giyim kuşam” üzerinden yapmamızın sebebi firaset ehlinin aramızdan çekilmesi olabilir mi?
Giyim bir dildir. Mesajına vakıf olmadan taşımaya çalıştığımız giyim kuşam, bizi ya karikatürleştirir ya da “özenmiş zavallı” konumuna düşürür.
Giyim dili, geleneğin içinde süzüle süzüle gelip günün ihtiyaçlarına göre tabii olarak değişecek iken; Tanzimat ve Cumhuriyet modernleşmeleri ile kes yapıştır eklektik bir anlayışın harcı karıldı.
Giyim-kuşam, modacılar tarafından inşa edilen, “şıklık” üzerinden sunulan ve “itibar bulma” üzerinden pazarlanan bir sektör olduğu gibi, kimlik kodlarının en görünür olduğu “cephe” aynı zamanda.
Tanzimat modernleşmesi erkek kıyafetleri üzerinden başlamış; kadın kıyafetlerinin aynen muhafaza edilmesi için fetvalar, buyruklar çıkarılmıştı. Oysa kadın ve erkek giyimi karşılıklı diyalog halindedir. Biri dururken ötekinin “gitme”si söz konusu değildir.
Günümüzün eli kalem tutan beyleri, dindar erkek kıyafetleri ile hiç ilgilenmez oldular. Bedeni sıkı sıkı saran pembe gömlekler ve ceketler, taytvari pantolonlar üzerine eleştirel bir bakış açısı geliştirmek pek dertleri değil.
Oysa dindar kadınların kıyafetleri üzerine kalem oynatmamış, kelam etmemiş kaç erkek var ki!
Nihayet Dergi olarak erkek giyim kuşamını, hal ve tavırlarını; yaşlılar, orta yaşlılar ve gençler açısından ele almaya çalıştık. Erkeklerin gündelik hayattaki “kararsız kimlik”leri söz konusu olduğunda, evli genç erkeklerin giyim kuşamını belirleyen unsurun eşlerinin tercihi olduğu ortaya çıktı.
Velhasıl her zaman olduğu gibi Nihayet Dergi'nin Kasım sayısını hazırlarken de çok şey öğrendik, çok şeye şaşırdık ve pek çok sorumuza cevap bulduk.
Sizi de sayfalarımıza bekleriz...